10 Mart 2009 Salı

Livorno'da Sol Açık


Livorno: Sol Açık
“Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor: Komünizm hayaleti” demiş Marx abimiz Komünist Manifesto’da. Daha 1840’ların sonunda herkese haber etmiş komünizmin yayılışını. Gerçi komünizm Avrupa’da pek tutunamamış ama farklı coğrafyalarda sesini duyurmayı başarmış. Avrupa’da faşist rejimler, Amerika’da yöneticilerin emperyalizm tutkunluğu, ülkemizde ise sıkıyönetim, hayaletimizin zaferlerini engellemeyi başarmış. Yıllarca ülke ülke, şehir şehir gezen hayaletimiz çoğu durağından boynu bükük ayrılsa da Küba gibi Kuzey Kore gibi ülkelerde zafere ulaşmış ama yetinmemiş ve neredeyse iki yüzyıl önce başladığı yolculuğunda yeni zaferler için çalışmaya devam etmiş. Eee, ne de olsa o bir hayaletmiş ve hepimizin bildiği üzere hayaletler asla ölmezmiş.

Kızıl kalenin doğuşu

1921 yılı İtalya’da komünizm adına önemli bir yıldı. Küçük bir liman şehri ülkede komünist hareketin meşrulaştırılmasına tanıklık edecekti. Livorno adındaki bu küçük yerleşim yeri 1921 yılında İtalya Komünist Partisi’nin kuruluşuna ev sahipliği yaptı. Peki hayaletimiz neden çok daha fazla kişiye ulaşabileceği Milano veya Floransa gibi büyük şehirleri değil de küçük bir liman şehrini kendisine merkez olarak seçmişti? Cevabı tarihin derinliklerinde bulabilmek mümkün: 1587’de feodalite ile yönetilen Pisa şehrinin bir kasabası olan Livorno “Toscana Grandükü” tarafından hazırlanan “Livorno anayasası” ile “açık şehir” ilan edildi. Bu tarihten itibaren isteyen herkes hiçbir şart gözetilmeksizin Livorno’ya gelebiliyor, ticaret yapabiliyor ve yaşamına orada devam edebiliyordu. “Açık şehir” olarak ünlenen kasaba dünyanın dört bir yanından insanların akınına uğramaya başladı. Dini, milliyeti, ırkı farklı binlerce insan Livorno’da halkların nasıl kardeşçe yaşayacağının dersini veriyordu. Bu uygulamayla birlikte Akdeniz’in önemli ticaret merkezlerinden birisi haline gelen şehir, kozmopolit ve özgürlükçü yapısını günümüze kadar kaybetmemeyi başardı. Milliyetçi ve faşist hareketlerin böylesine düşmanı olan bir şehir tabii ki Komünist Parti’yi kurmak için biçilmiş kaftandı. 1921 yılından itibaren düşünsel olarak gittikçe güçlenen Livorno şehri İtalya’nın kızıl kalesi oldu ve solun merkezi olmayı günümüze kadar sürdürmeyi başardı.
Kop ve Kurva

Livorno denildiğinde akla ilk gelen ise tabii ki endüstriyel futbola karşı muhalif duruşuyla tanıdığımız AS Livorno takımı. 1949 yılında İtalya 1. liginden alt lige düştükten sonra 55 yıl boyunca geri dönmek için uğraş veren ve içinde bulunduğu imkansızlıklara rağmen 2004-2005 sezonunda tekrar 1. lige yükselmeyi başaran takımın saha içinde elle tutulur başarısı olmasa da; havadaki sol yumruklarıyla, kızıl formalarıyla ve orak-çekiçli bayraklarıyla tanıdığımız taraftarları hepimizin gönüllerinde farklı bir yere sahip. 1921’de, İtalya Komünist Partisi ile aynı yıl kurulan, sol görüşlü taraftarları sayesinde bütün dünyada tanınan ve farklı ülkelerde sempatizanları bulunan bir takım halini alan Livorno’nun “otonomlar tugayı” adıyla bilinen taraftar grubu herkes tarafından tanınıyor. Takımlarını Liverpool ile birlikte proleter ruhu taşıyan iki takımdan birisi olarak gören bu emekçi taraftarların mabedi ise Liverpool’un dünyaca ünlü Kop tribününün Livorno versiyonu olan kale arkası tribünü yani “Kurva”. Komünist Parti’ye olan bağlılıklarını göstermek için lokallerinin adını 1921 olarak belirleyen Kurva sakinleri(!) geçmişte birçok protesto gösterisine imza atmışlar. 2004 yılında takımlarının yıllar sonra Serie A’ya çıkışını kutlarken şehrin girişine “Silvio (Berlusconi) geliyoruz!” pankartı asarken, neo-faşist partinin şehirdeki temsilciliğini ziyaret(!) etmeyi de unutmadılar. Yine aynı yıl Irak işgali sırasında Nasıriye’de ölen 17 İtalyan askeri için bütün stadyumlarda saygı duruşu yapılırken Livorno’nun Armando Picchi stadyumundan Nasıriye tezahüratları yükseliyordu. Bu yıl ise bekledikleri fırsat ayaklarına kadar geldi, UEFA kupası gruplarında İsrail temsilcisi Maccabi Haifa ile eşleşen Livorno taraftarı kendi sahasındaki maça çok iyi hazırlanmıştı. Bütün dünyanın izlediği karşılaşmayı Livorno kazanamadı ama Filistin bayraklarıyla donattıkları stadyumları ile taraftarlar hepimizin gönlünü bir kez daha kazanmayı başardı.

Endüstriyel futbola hayır!!! Livorno şehrinden bahsettik, şehrin takımından bahsettik; takımın yaşayan efsanesini es geçersek büyük haksızlık yapmış oluruz böylesine adalet yanlısı bir insana: Cristiano Lucarelli, Livornolu bir liman işçisinin çocuğu ve doğduğundan beri fanatik bir Livorno taraftarı. Çocukluğunu Armando Picchi tribünlerinde geçiren 30 yaşındaki golcü üç farklı takımda oynadıktan sonra 2003 yılında Liovorno’ya geldi, hem de eski takımı Torino’nun yüz bin Euro daha fazla olan teklifini reddederek. Takıma katıldığında “otonomlar tugayı”na olan büyük saygısı nedeniyle grubun kuruluş yılı 1999 yılının 99’unu kendisine numara olarak seçen Lucarelli’nin Livorno sevgisi ise dillere destan oldu. Geçen yıl Rusya’nın Zenit takımının yıllık 3 milyon Euroluk teklifini dikkate bile almayan, Torino’da oynadığı dönemde sakat olduğu bir hafta takım arkadaşlarının yanında olmak yerine Livorno maçı seyretmeye giden futbolcu; menajeri tarafından adına yazılan “Milyonunuz Sizde Kalsın” kitabında Livorno’ya verdiği önemi şu cümlelerle anlatıyor: “Livorno herhangi bir takım değildir, İtalya futbolunu kurtaracak güçlerden biridir.”


“Ben doğuştan komünistim” açıklamasıyla duruşunu belli eden ve ümit milli takımda attığı golden sonra içine giydiği Che tişörtünü göstermesiyle milli takımdan dışlanan golcü, İtalya teknik direktörü Lippi’nin onu milli takıma alabileceğini açıklamasından sonraysa “Benim milli takımım Livorno” demecini verdi ve onu sevenlerin gözünde bir kez daha efsaneleşti. Fakat bu sert demeçlerin bir bedeli vardı, futbola başladığı günden bu yana sert söylemleri ve muhalif tavrıyla sivrilen futbolcu kariyeri boyunca birçok kez cezaya çarptırıldı. Ancak ona en ağır gelen ceza, düşmanı karşısında haksızlığa uğramak oldu. Lucarelli, attığı golden sonra sol yumruğunu havaya kaldırdığı için, gollerden sonra yaptığı Nazi selamıyla ve Mussolini’yi öven demeçleriyle “faşist golcü” olarak adlandırılmaya başlanan Lazio’lu Di Canio’nun Nazi selamından dolayı aldığının üç misli cezaya çarptırıldı.Bu ceza ise onu iyice sertleştirdi ve geçen sezonun sonunda yaptığı açıklama İtalya’da gündemi değiştirdi. Lucarelli’ye göre İtalya’da sol görüşten taraftarı olan takımlara karşı komplo kuruluyordu, tribünlerinde Che pankartı açılan 4 takımın da (Ancona, Empoli, Modena ve Perugia) küme düşmesi ve verilen cezalardaki adaletsizlik bunun kanıtıydı. Lucarelli’nin açılamalarından sonra İtalya’da şike skandalının patlak vermesi ve sol görüşlü olarak bilinen (Atalanta, Empoli, Livorno…) hiçbir takımın şike suçlamalarına karışmamış olması ise sıradan bir rastlantı olamaz sanırım!

Evet, Avrupa futbolunda bir hayalet dolaşıyor: Livorno’nun ve onun gibilerin hayaleti. Fakat hayaletimiz yine büyük engelleri aşmak zorunda. Futbol federasyonlarının, FIFA’nın, hayaletimizden pek hoşlanmadıkları aşikar. Yine de unutmamak lazım: hayaletler ölümsüzdür. Lucarelli ve onun gibiler olduğu sürece haykırmak çok da zor olmasa gerek: Endüstriyel futbola hayır!



Son söz tabi ki Lucarelli’nin;

“Bazı topçular lüks arabalar, evler için milyonlar ödeyebilir. Ben aynı parayla dün gidip kendime Livorno forması aldım, hepsi bu.”

1 yorum:

  1. Futbola daima mesafeli yaklaşmış ve yozlaşmış koyun sürülerinin rağbet ettiği bir spor dalı olarak görmüşümdür. Futbolun bu sol yumruklarını kaldıran binlerce insanı bir araya getirebildiğini şu saatlerde öğrendim. Viva Livorno!!!

    YanıtlaSil