8 Ekim 2009 Perşembe

Sivasspor'un yeni hocası

7 yıldan sonra istifa eden Bülent Uygun'un yerine Sivas'ın başına Muhsin Ertuğrul getirildi.

Muhsin Ertuğrul'u tanıyalım.

1997-98 sezonunda Trabzonspor'da Yılmaz Vural'ın yardımcılığını yapan Muhsin Ertuğral, daha sonra Güney Afrika'nın Kaizer Chiefs takımının başına geçti ve 5 yıl boyunca burada görev yaptı. Ertuğral 2001 yılında takımına Afrika Kupa Galipleri Kupası'nı kazandırdı ve Güney Afrika ekibine bu başarıyı yaşatan ilk teknik adam olarak tarihe geçti. 2003-04 sezonunun sonunda Kaizer Chiefs'ten ayrılan Ertuğral, Avusturya'nın Mattersburg takımıyla anlaştı. 4 ay süren Avusturya macerasının ardından yeniden Güney Afrika'nın yolunu tutan Muhsin Ertuğral, 2 sezon Kaizer Chiefs'i, 2 sezon da Ajax Cape Town'ı çalıştırdı. Ertuğral 1996 yılında da Zaire Milli Takımı ile Afrika Kupası'na katılma başarısını göstermişti.

6 Ekim 2009 Salı

4 dakikada hükmen galip

Bulgaristan 3. liginde Gigant Belene - Chavdar Byala Slatina futbol maçında sakat ve cezalı oyuncularının çok olması nedeniyle Gigant Belene takımı maça sadece 8 kişiyle çıkabilmiş.

Gigant Belene'nin maçın ilk 4 dakikasında 2 oyuncusu daha sakatlık nedeniyle oyun dışı kalınca hakem mecburen maçı bitirmiş. Doğal olarak Chavdar Byala Slatina maçtan 3-0 hükmen galip olarak ayrıldı.

28 Eylül 2009 Pazartesi

Tribün kültürsüzlüğü - Antalyaspor tribünleri



Onlar öyle taraftar ki '' Anti-İstanbul'' diye slogan atıp tribünlerine ''Çarşı Antalya'' pankartı asabilme kültürüne sahipler.



Geçen seneden hatırlayalım bu büyük tribüncüleri..Yaptıkları taşlama olaylarını hatırlarsınız sırf reklam yapmak için,tvye çıkmak,gazetelerde haber olmak adına ufacık bir çocuğun gözünü çıkarmışlardı..
En büyük zevkleride Antalya'da tek gezen dolaşan 3 İstanbul taraftarını hırpalayıp sağa sola yazıp bunlarla övünmek. Hem bunları yapıp hemde çarşı pankartı asarak şehirlerine sahip çıkıyor bu arkadaşlar.

Son Fenerbahçe maçında da büyük bir mevzu! yapmışlar GFB'nin pankartlarını çalarak boş staddaki. Ve bundan utanmak yerine maçta o pankartı açıp ''pankart gitti,namus gitti'' gibi tempo tutuyorlar. Çok ilginç bir tribün kültürleri var.
Şimdiye kadar doğru dürüst bir deplasman yaptıklarınıda görmek güç. Özür dilerim 60liralık kombineleri alamayacak kadar aciz bir tribünden bahsettiğimizi unutmuşum..

Kendi başkanları da itiraf etti zaten maç sonu ''Stadın zaten yarısı Fenerbahçeli''
Bu nedenlerle Antalyaspor taraftarcıkları hiç bir zaman bir Eskişehir,bi Bursa,bi Sakarya,Kocaeli,Karşıyaka olamayacak.
O çaldıkları pankartın karşılığınıda alırlar diyeceğim ama Kadıköy'e gelmediklerini biliyoruz(hoş nereye geliyorlar ki sanki ?)

10 Eylül 2009 Perşembe

Çekirge 1 zıplar 2 zıplar ...




Olmadı bu sefer sinyor Terim..

Türkiye dün gece oynadığı bosna maçında hakkederek dünya kupası finallerine büyük olasılıkla kaybetti.Yani anlayacağınız bu sefer şans,bal olmadı..

Fatih Terim'in 2000 yılında Galatasarayla aldığı UEFA kupasından sonra hiç bir başarısı yoktur.Hepsi şans ve baldır.Yemin ediyorum hepsi şans.Hiç başımızı kuma gömmeye gerek yok.
Geçen elemelerde İsviçre faciasından sonra b.ku Ersun Yanal'a atmıştı sinyor terim.Enkaz almış sözde. Eeee peki şimdi ne oldu ? Kaç yıldır takımın başındasın hala takımı nasıl oluyorda adam edemiyorsun ? Hala nasıl oluyorda takımı,sistemi oturtamıyorsun ? Bir maç ileride Batuhan,Nuri,Mevlüt... Sonra Semih diğer maç Sercan vsvs gidiyor

Yahu bizim Fatih Tekke gibi bir yıldızımız yokmuydu ? Yıldıray nerede ? İbrahim Toraman ?
Bunları şimdi tartışmanın bir mantığı yok biliyorum olan oldu ve gidemiyoruz işte.Sırf sinyorun egoları yüzünden.
Her maçı vatan millet sakarya diyerek kazanamazsın ki bilader !
Her zaman kaleci topu elinden kaçırım bizim forvetimizin önüne gelmez ki top arkadaş !
Her zaman 90'daki rastgele şut gol olamaz ki..
Anlatamadık anlayamadı sahi 'O' ders almazdı değil mi ? Ders verir büyük üstad.

Şimdi küçük hesaplara girmiş bile medyamız bosna 2 maç yenilirse,berabere kalırsa filanda falanda averajla gidiyormuşuz ? Umarım Bosna gider ama onlar bizden daha çok hakkediyor.Bosna kaybedek kaybetti diyelim bizim 6 puanı kesin alabiliriz diyen var mı ?

Yapacak bir şey yok yazın Brezilya'yı,İspanya'yı filan seyredeceğiz artık.

Umarım Fatih Terim istifa etmez...

KOVULUR !!!!





9 Eylül 2009 Çarşamba

Tarihi Nasıl Kaçırdık? : Adana Demir - Livorno

"Her şey şehir efsanesi gibi başlamıştı, Adana Demirspor Livorno'yu konuk edecekti ve biz de tarihi bir olaya tanıklık edecektik. Ne yazık ki şanslı olan 15.000 biletli seyirci dışında 70 Milyon nüfuslu ülkede bunu izleyebilen hiç kimse olmadı. Cuma günü bu ülkede tarihi bir maç oynandı ama futbolun her şeyiyle yankılandığı, her alanda konuşulduğu topraklarda bizim gibi futbolun peşinde bıkmadan usanmadan koşanların elinde hiç bir bilgi yok. Konuşacak bir şeye, yapılacak farklı yorumlara sahip değiliz. Dünya çapında ses getirmesi gereken, Türk futbol tarihinde bir ilk olan, modern futbolu rafa kaldırıp 1950'lerin, 1960'ların ruhunu yaşatan bu tarihi maçı kamuoyumuzun, Türk basınının ve medya kuruluşlarının işgüzarlığı ve ilgisizliği sayesinde izleyemedik. Elimizde DHA'nın 4-5 dakikalık görüntüleri ve kendi yayın kuruluşlarındaki birbirinin kopyası haberleri, NTV Spor'un bir kaç haberi ve çekimiyle Anadolu'dan Futbol'un yazarı Hüseyin'in yazıları var bilgi olarak. Cuma gecesi Türk futbolu için nasıl tarihi ve unutulmaz bir gece olduysa Türk spor yayıncılığı için de aynı oranda tarihi ve utanç dolu bir gece oldu bizce.

Öncelikle DHA ve NTV'nin hakkını verelim, canlı yayın yapmamış olsalar bile ileride bahsedeceğimiz gibi siyasi yönü olan böyle bir müsabakadan bizi haberdar etmek için verdikleri çaba da önemliydi. Özellikle NTV'nin canlı bağlantıları ve Bağış Erten'in oraya gitmesi tatmin ediciydi. Yenilsen De Yensen De'yi sunarken konsept olarak bu maçı temel almaları da zaten işi önemsediklerini gösteriyor. DHA da elindeki görüntüleri diğer yayın organlarıyla paylaştı, kendine bağlı olan bir kaç gazetede haber yaptı bunu. Çaba harcayanların emeklerine ve çabalarına saygımız sonsuz elbette ancak futbol tarihimizde bir ilki yaşadığımız bu festival gibi olayla ilgili tüm verileri 10 dakikada izleyip-okuyup bitiriyoruz. Bu kadar kısa sürmemeliydi bir tarihe tanıklık etmek.

Şimdi Livorno'nun Türkiye'ye gelişinin belli olmasından sonra aşama aşama yaşanan olaylara ve bir tarihin gözümüzün önünden nasıl kaçıp gittiğine bakalım.

O olaya tam anlamıyla girmeden önce şuna değinelim : İlk paragrafın sonunca "bizce" diye kişisel bir ifade kullanmış olabiliriz ancak bunu açmak gerekir. Düşüncemiz bu olsa da kişisel olarak değil, ülke genelinde de hayati önemi olan bir olaydı bu sonuçta. Türkiye'nin 3. kademe ligi olan TFF 2. Lig takımı Adana Demirspor, Avrupa'nın 3 dev liginden biri olan İtalya Serie A'dan bir takımı Türkiye'ye getiriyor. Bu olay sadece Adana Demirsporlular'ı değil, en büyük rakipleri Adanasporlular'ı ve stada giremeyen tüm Adanalılar'ı, Anadolu'da futbolun peşinden koşan tüm tribün emekçilerini, karşılaşan iki ekibin ortak noktası olan solcuları ve solcuların da siyasi arenada en büyük rakibi olan sağcıları da ilgilendiriyor. Maça ilginin ne kadar fazla olduğunu anlamak için İzmir'den Yalı'nın, İstanbul'dan Çarşı'nın, Ankara'dan Alkaralar'ın ve çeşitli yerlerden bir çok taraftar grubu üyelerinin tribünde yer aldığını hatırlatalım. Futbolu kıyısından köşesinden tutan herkes kendini bir de siyasete adayanlar için zaten bulunmaz bir nimetti bu maç.

Artık yayın konusuna geçebiliriz tamamen. Bu maçın oynanacağı kesinleştiği zaman ilk olarak Adana Demirspor ve NTV Spor arasında ufak bir görüşme oluyor. Anlaşmaya varılamıyor ilk aşamada. Tabii bu 2 yönü var, Adana Demirspor ve NTV olarak ayrı ayrı bakmak gerekiyor. Aslında ikisi de farklı açılardan aynı yola çıkıyor ama açıklamalardaki ufak farklılıklar ilginç tezatlara da sebep oluyor. Öncelikle NTV'ye sorduğumuzda NTV tarafından canlı yayın konusunda bir niyet olduğu, görüşmenin yapıldığı ancak anlaşmanın sağlanamayıp sonuçsuz kaldığı söyleniyor. Bu gelişmelerin ardından Adana Demirspor başkanı aynı zamanda bir Adanasporlu da olan Güntekin Onay'ı arıyor ve bu maçın yayını konusunda bir ricada bulunuyor. Araya başkaları da sokuluyor ancak NTV ikinci aşamada pek de niyetli olmuyor yayın konusunda. Kısacası "bakarız" deniyor ve geçiştiriliyor olay. Detaylı görüşüp de anlaşılamama gibi bir durum yok ortada ama devamında da konuşulan bir şey yok. Öylece askıda kalıyor kulüp ile NTV arasındaki görüşme. Olumlu sonuç alınamamasındaki sebebin mali konular mı yoksa maçın siyasi durumu mu olduğu konusunda bir kanaate varamıyoruz yani. NTV'nin bu maçı kimseye kaptırmayacağını düşünürken yayın konusunda ciddi sayılabilecek bir gelişmenin olmayışı bile düşündürücü. Burada ilginç bir nokta da NTV'nin maçı yayınlamamasına rağmen bu işe en çok özen gösteren kanal olması ve diğer kuruluşların önünde yer alması, garip bir tezat oluşuyor bu açıdan bakınca.

TRT cephesinde ise olaylar başka bir boyut alıyor. NTV cephesindeki gibi basit bir ilgisizlik hikayesi değil olay. İlk başta ücretsiz yayınlayalım diyor TRT. Bu işin en tepesindeki kurum olduklarını söyleyip kulüple ücretsiz yayınlanması için anlaşmak istiyorlar, bir nevi ültimatom yolluyorlar kulübe. Ya parasız yayınlarız ya da yayın yapmayız diye. En azından sembolik bir ücret ödenmesi ve az da olsa bu güzel girişim için destek olunması isteniyor kulüp tarafından, TRT para vermemekte direniyor. Kulüp devreye AKP Adana Milletvekillerinden birini sokmak istiyor. Telefon görüşmesi yapılıyor ve TRT'den yayının yapılıp kulübe makul bir ücret ödenmesi yolundaki istekler iletiliyor. Bilin bakalım bir vekil bu tarihi maç için seçildiği ilin takımına nasıl destek oluyor ?.. Herhangi bir girişimde bulunmayıp kendisini vekil seçen ili böyle mükafatlandırıyor. Devletin elindeki kanala bir milletvekili olarak açıp rica etse ve bu maç TRT3'ten yayınlansa herkes tatmin olurdu. Ancak milletvekili bunu yapmadı, TRT yönetimi de bu güzel girişime finansal olarak destek sağlamayınca canlı yayın konusundaki son umut da uçup gidiyor. Tüm bu olumsuz görüşmelerin ve sonuçsuz çabaların ardından TRT maçın siyasi yönünü sebep gösterip yayınlanmama gerekçesini böyle açıklıyor kulübe. Mali konuların önüne perde çekilip ana sebep buymuş gibi gösteriliyor bir bakıma. Gerçi ana sebep olduysa o daha da vahim ya neyse, siyaset olayına girmeyelim, bizim tek derdimiz futbol. Her fırsatta Anadolu takımlarının gelişmesini savunanların, kendi normal reytinglerini fazlasıyla aşacağı neredeyse garanti olan böyle bir tarihi organizasyonu bedavaya getirme çabalarını da Türk futbolundaki kısır döngünün cevabını arayanlar için verilmiş en güzel cevap olarak addediyoruz.

Kaçırdığımız tarihi fırsatın verdiği üzüntü ve buna bağlı hayal kırıklığının etkisiyle elimizin uzandığı her yere uzanmaya çalıştık bize göre medya ayıbı olan bu olayın detaylarını öğrenebilmek için. Bunca bilgiye ulaştıktan sonra üzerine daha fazla yorum yapmak, işin siyasal boyutlarına karışmak pek bizim işimiz değil. Yukarıdaki olaylar çerçevesinde kaçan fırsat konusunda herkes gibi bizim de düşüncelerimiz var fakat bizim aklımız fikrimiz futbol. Bu yüzden kimseyi yönlendirmeden ulaşabildiğimiz bilgileri sizlerle paylaşmak istedik. Gönül isterdi ki stadın kapasitesi doğrultusunda 15 binle sınırlı kalan bu tarihe tanıklık eden birey sayısı çok daha fazla olsun ama olamadı maalesef. Muhtemelen önümüzdeki sezon bir fırsatımız daha olacak bu şölen için. Bu sefer yer İtalya olacak. Bizim medya kuruluşlarımız akıllanır mı bilmiyoruz ama İtalyan TV kuruluşlarının tutumunu da merakla bekliyoruz. Bu tip olaylara son derece alışık olan ve bir çok takıntıyı aşıp demokratikleşmeyi başarmış olan İtalya'da yayın sıkıntısı olmayacağını düşünüyoruz aslında. Olmadı İtalya yollarına düşebiliriz şu heyecan ve merakla...

TV yayını konusunda canlı yayın olmasa bile izleyiciye maç sunulamaz mıydı diye düşünüyoruz. 90 dakika kaydedilir ve maç sırasındaki tatsız durumlar ve siyasi olaylar kırpılıp 60-70 dakikalık çok geniş bir özet şeklinde yayınlanabilirdi.

NOT : Bu yazı ile ilgili eleştirilerinizi ve itirazlarını violafranchi@gmail.com veya tanjuern@hotmail.com adresine iletmenizi rica ediyoruz. Destek olan ve şu an bu yazıyı okuduğunuz tüm blog sahiplerini destek olmalarına rağmen olası bir tatsız duruma karşı korumak için sorumluluğu fikrin oluşmasını sağlayan bu iki arkadaşımız üstleniyor.

NOT 2 : Yazı konusunda Blog İdman Yurdu ve Futbloglar gibi blogları toplayan oluşumların herhangi bir desteği yoktur. Tamamen kişisel olarak haberleşilerek böyle bir tepki düşünülmüştür.

NOT 3 : Yazı içerisinde de defalarca belirtildiği gibi amaç asla siyasi değildir, herkesin tek tepkisi bu tarihi ve eğlenceli maçı canlı canlı tüm detaylarıyla izleyememiş olmaktır."

31 Ağustos 2009 Pazartesi

Taraftar otobüslerini kurşunlamak..






Göztepe taraftarı Fethiye'ye 1500 kişi çıkarma yapmış.Saha dışında bir çok olay olmuş polis ve taraftarlar arasında.
http://video.mynet.com/habervideo/Olumune-futbol/371657/

videoda gördüğünüz polis kıyafeti giymiş elinde odun gezdiren taraftarlar değil.Onlar bildiğin polis ellerinde odun,sopa,demirlerle işgal altında kalmış bir ülke gibi şehirlerinden çıkartmaya çalışıyorlar göztepelileri.
Bu şekilde hayvanca bir müdahale gergin bir taraftarı yatıştırabilir mi ?

Üstte gördüğünüz resimlerde olaydan sonra çekilmiş gerçek fotoğraflardır. Kurtlar vadisi setinden filan değil ha Göztepenin deplasman otobüsleri bunlar..
Kurşun deliklerinin olduğu yere bakıyoruz oturma hizasında..
İşte bir kişinin ölmesi bu kadar kolay
Umarım Göztepeli yetkililer bu barbarların yaptıklarını yanlarına kar bırakmaz.Bu olanlar düpedüz adam öldürmeye teşebbüstür.Görevi kötüye kullanmaktır.

Fethiye,halkıyla taraftarıyla şerefli! polisiyle sınıfta kalmıştır...
Umarız ordaki kamil polisler bir an önce temizlenir ve adam öldürmeye teşebbüs ve görevi kötüye kullanmak suçundan müebbet hapis yerler ve hayatımız boyunca onlarla bir daha karşılaşmayız.
Emniyet sanırım geçmişteki gibi olayları istiyor.
Yalnıııııızzzzzzzzzzzz!!!
Bu taraftarlar 1 gelir dayak yer 2 gelir dayak yer...
3 ü geldiklerinde dayak yemeye değil dayak atmaya gelirler.Bu davranışlar neticesinde taraftarlar artık deplasmanlara teşkilatlı gidebilir ve çıkacak olaylardan sorumlu sadece emniyet olacaktır...


Sosyal mesaj

Olayları gördük ve umarım bu olaylar bir taraftarlar birliği kurulmasına öncü olur. Bana dokunmayan yılan bin yaşasınlarla buralara kadar geldik. Ama görüyoruz ki bugün göztepeye yarın fenere sakaryaya manisaya beşiktaşa vs..
Büyük bir taraftarlar birliği kurulmalı,taraftarların hakkı savunulmalı ve gerektiğinde yumruğunu masaya vurmalı !!!

55



Fenerbahçe halk demektir, 55 lira halt etmektir..

29 Ağustos 2009 Cumartesi

22 yaşında futbolu bırakmak


Ipswich Town'ın 22 yaşındaki genç kalecisi Shane Supple, futboldan soğudunu yaptığı işten zevk almadığını belirterek futbolu bıraktığını açıklamış.
İsteksizce çalışmaktansa bu şekilde yol yakınken futbolu bırakması bencede en mantıklısı.
Ne diyelim yolu açık olsun.

Stadyumda alkolmetre

İç işleri Bakanı sayın atalay stadyum girişlerinde alkolmetre kontrolü istemiş.Her giren üfleyecek bilmem kaç promil çıkan stada alınmayacakmış. Peki soruyorum hijyeni nasıl sağlayacaksınız ?
50.000 kişilik Saraçoğlunu düşünürsek stadın dolu olduğunda 50.000 tane ağızlık değiştirmeyi kabul ediyormusunuz ?

blablabla...

28 Ağustos 2009 Cuma

Livorno Geliyor Livorno !




4 EYLÜL CUMA
5 OCAK STADYUMU SAAT: 21:00

Adana Demirspor-Livorno



Vefa ne tarafta kalıyordu arkadaş ?



Fenerbahçe SK 3 yıl ter dökmüş oyuncusunu yine sarı lacivertli forma altında yaşadığı talihsiz sakatlık sebebiyle geçtiğimiz günlerde tek taraflı olarak fesh etmiş.

Edu'ya yapılan bu vefasızlık örneği hiç yakışmamıştır.Yanında olmak varken adamı kovalamak ayıptır,vefasızlıktır.



Daha Luciano ve Appiah'a yapılanlar unutulmamışken..

26 Ağustos 2009 Çarşamba

Green Street 'te holiganlar geri döndü

Dün gece oynanan West Ham United - Millwall maçı 3-1 ile sonuçlandı. Millwall 1-0 öne geçtiği maçı 3-1 kaybederek Carling Cup'a veda etti.

Tabi bu mücadele sadece 1-0 dan 3-1 den filan ibaret değil sadece. O iki takım taraftarı içinde Carling Cup zerre kadar önemli değil.
Maça saha içi ve saha dışı olaylar damga vurdu tabi ki. Eşleşmeler belli olduğu gibi bir çok tribüncü bu olayları tahmin etmiştir zannediyorum.

Dün gece Green Street savaş alanı gibiydi. 10-15 lik grupların biribirini tokatlamasından bahsetmiyorum yaklaşık 1000 kişilik kafası dazlak,kot pantolonlu %60'ı obez,alkolik ve gözü dönmüş 2 düşman grup İngiliz holiganlardan bahsediyorum.
Tablonun sonucu 1 ölü ve 100'lerce yaralı,bitkisel hayata geçenler var.

İşte karşınızda Güney Londra Derbisi'nden kesitler


Arkadaşımızın kaşı gözü patlamış ama yüzündeki tatmin olmuş ifade ingiliz holiganizmini anlatıyor.





Videoda gol oldukça sahaya girip rakip taraftara meydan okuyan arkadaşlarımızı görüyoruz.Anlıyoruz ki futbolcuyla işleri yok.
Diyarbakırspor-Fenerbahçe maçında sahaya girip kendini gol yapan holigancığı hatırlayalım.Amacı neydi ? tanımsız..
Bu arkadaşların bir meydan okuma amacı vardı işte aradaki fark bu..







Holiganizmi severiz filan ama emanet kullanılmasın lütfen.
Bir sosyal mesaj daha İngiliz holiganlara alkolü kıçınızla içmeyi kesin artık!!!!

10 Mart 2009 Salı

Vamos Bien-Kara Deryalarda Bir Fenersin


Neden VamosBien'liyiz?..
ÇÜNKÜ FENERBAHÇELİYİZ !!!

Bütün Fenerbahçe’lilerin ortak noktası bir oyun olarak futbolu ve diğer spor dallarını sevmeleri ile sarı-lacivert renklere duydukları aşktır.
Peki ama neden Vamos Bien’liyiz ? Neden ayrı bir platform içindeyiz?

Çünkü:

Vamos Bien’li eşitlikten yanadır, hayatın her alanında olduğu gibi tribünlerde de hiyerarşiye karşıdır. Vamos Bien’li sarı-lacivert renk aşkıyla örgütlenmiş bütün taraftar gruplarını kardeş olarak görür.

Vamos Bien’li adaletten yanadır, haksızlığa boyun eğmeyendir. İsyancıdır... Haram zaferler yerine helal üzüntüleri tercih edendir.

Vamos Bien’li paraya değil emeğe ve yeteneğe itibar eder. Bu nedenle en pahalı olanı değil en iyi performans sergileyeni sahada terini son damlasına kadar akıtanı tercih eder.

Vamos Bien’li yalan haberle, yaygarayla, kavga, gürültüyle prim yapmaya çalışan, çıkar odaklarıyla işbirliği halinde kulüplerin içini karıştıran ya da onları yönetmeye çalışan medyaya ve medya mensuplarına karşıdır.

Vamos Bien’li tribünde şiddete karşıdır. Futbolun dostça rekabet olduğunu bilen Vamos Bien’li, toplumun liselerden başlayıp her alanına yayılan şiddetin gerçek nedenlerine eğilmeyip her konuda “bir terör” başlığı yaratma meraklılarına karşı olduğu gibi gündelik hayatın şiddetini tribünlere taşımak isteyenlere de karşıdır.

Vamos Bien’li cinsiyetçiliğe karşıdır. Kadınların da en az erkekler kadar takımını destekleme hakkını kabul eder. Kadınları tribünden uzaklaştıran her tür eylemin ve söylemin karşısındadır. Bu nedenle kadınları ve eşcinselleri aşağılayan her tür küfürün edilmesine karşıdır.
Vamos Bien’li ırkçılığa ve şovenizme karşıdır. Bu nedenle Türkiye'deki siyahi futbolcuların “Türkiye'de tribünlerde ırkçılık yok” yanılsamalarına, Diyarbakırspor ile yapılan her maçın Kürtleri, Trabzon ya da Karadeniz takımları ile yapılan maçların Lazları, Eskişehirspor ile yapılanların Tatarları, Fransız takımları ile yapılanların Ermenileri, Yunan takımları ile yapılanların Rumları aşağılama ve hakaret vesilesi olmasına karşıdır.

Vamos Bien’li yoksulların dışlanmasına, yıllarını tribünden Fenerbahçe’sini ya da kendi kulübünü izlemeye ayırmış on binlerin pahalı bilet politikalarıyla tribünlerin dışında bırakılmasına karşıdır. Aynı zamanda stada gelme olanağı bulamayan onbinlerin kendi sevdikleri takımı paralı kanallar aracılığıyla seyretmek zorunda bırakılmasına da karşıdır. Vamos Bien’li bütün spor karşılaşmalarının kamuya açık kanallarda gösterilmesini savunur.

Vamos Bien’li “izleyici”, “seyirci” ya da “müşteri” olmaya karşıdır. Vamos Bien’li taraftardır ve taraftar kültürünü yaşatmak isteyen herkesin yanındadır. Bu nedenle Vamos Bien’li en önemli değer olarak gördüğü takım formasının üzerinde özel şirketlerin reklamının alınmasına karşıdır.

Vamos Bien’li sponsorluk adı altında takımının isminin başına, sonuna, ortasına özel şirket isimlerinin konulmasına karşıdır. Sponsorluktan elde edilecek gelirin kulüp yönetimi, taraftar işbirliği içinde farklı kaynaklar yaratılarak çözümlenmesi gerektiğini savunur.

Vamos Bien’li taraftarların stadı bayram yerine çevirdikleri, sevdikleri renkleri destekledikleri, kendilerini ifade ettikleri pankart ve bayrakların asılmasına engel olan ve bu alanları reklam panolarıyla dolduran mülki amirliklere, özel şirketlere ve yönetimlere karşıdır.

Vamos Bien’li stada bayrak sopası sokulmamasına, deplasman seyircisi olmanın eziyet olmasına, stada deplasman seyircisinin alınmamasına, deplasman seyircisine uygulanan fahiş bilet fiyatlarına, karşıdır.

Vamos Bien’li tribüne güvenlik gerekçesiyle giren ama daha büyük bir güvensizlik ortamı yaratan polisin copuna, kalkanına, biber gazına, gaz bombasına, silahına, kelepçesine, saldırgan tutumuna karşıdır.

Vamos Bien’li merkezi hükümetin, mülki amirliklerin, yerel yönetimlerin, özel sermayenin çeşitli şirket gruplarının kendi çıkarları doğrultusunda başta futbol olmak üzere sporu kullanmalarına karşıdır.

Vamos Bien’li hangi kulüp olursa olsun karaborsayı teşvik ve organize edenlere ya da kulüp yönetimleri içinde bu yolla iktidar arayanlara, bu nedenle tribünlerde desteklenen şovenist mafyatik örgütlenmelere karşıdır.

ÇÜNKÜ;

Vamos Bien enternasyonalisttir, sarı-lacivert renge gönül veren herkestir. Lefter Küçükandonyanis’dir, Can Bartu’dur, Karnik Aslanyan'dır, Didi’dir, Dadcu’dur, Rapaiç’dir, Revivo’dur, Rıdvan’dır, Aykut’tur, Pierre Van Hooijdonk’dur, Alex de Souza’dır, Tuncay’dır, Anelka’dır, Appiah’dır ve adlarını sayamadığımız onlarca kişidir. Bu futbolcular milliyetleriyle değil futbol ülkesinin insanları olmasıyla kalbimizde taht kurmuştur. Bu nedenle FENERBAHÇE Türktür, Lazdır, Kürttür, Çerkezdir, Ermenidir, Rumdur, Yahudidir, Brezilyalıdır, Sırptır, Bosnalıdır, İsveçlidir kısaca halkların kardeşliğidir!...

Vamos Bien’li özgürdür, kimseye itaat ve biat etmez! Özgür düşüncesiyle kararını verir. Bu nedenle Vamos Bien’li katılımcı demokrasiyi destekler. Her Fenerbahçe taraftarının kongre üyesi olmasının ve yönetime aday olmasının koşullarının yaratılmasını destekler.

Vamos Bien’li emekten yanadır. Türkiye’de futbolcuların sadece üç büyüklerde oynayanlardan ibaret olmadığını, çeşitli liglerde binlerce futbolcunun bu meslekten ekmek yediğini bilir. Bu nedenle bu futbolcuların menajerler ve kulüp yönetimlerinin elinde bir köle gibi kullanılmasına karşıdır. Vamos Bien’li bütün futbol emekçilerinin örgütleneceği bir sendikal yapıyı destekler. Profesyonel Futbolcular Derneği’nin aktif hale getirilip, gerçek anlamda futbolcuları temsil etmesi gerektiğini savunur.

Vamos Bien’li demokrattır. Spor aleminin taraftar, sporcu, teknik yönetim, idari yönetim olarak bir bütün olduğunu bilir. Bu nedenle başta milyonlarca liralık bir bütçeye sahip olan Futbol Federasyonu olmak üzere spor federasyonlarının siyaset, mafya ve çıkar gruplarının rant alanı olmasına karşıdır. Vamos Bien’li milyonlarca insanı ilgilendiren sporları yöneten federasyonların genel kurulunun spor dünyasının bileşenlerinin en demokratik biçimde temsiline imkan verilecek tarzda değişmesinden yanadır.

Vamos Bien’li çevreye duyarlıdır. Spor kompleksi ve kulüp yardımı adı altında şehrin halk ve kent sağlığı açısından en güzel yerlerinin (Seyrantepe, Riva vs.) spekülasyona açılmasına buraların birer rant alanı olmasına karşıdır. Vamos Bien’li doğa ile uyumlu yapılan spor mekanlarını destekler.

Vamos Bien’li sadece futbolun değil tüm diğer amatör sporların da desteklenmesinden yanadır.

Vamos Bien’li tüm toplumun spor yarışmalarını izleyebileceği olanakların yaratılmasının yanı sıra tüm toplumun spor yapabileceği ortam ve olanaklarının yaratılmasından yanadır.

Vamos Bien’li sporun milliyetçiliğin besleneceği bir ortam değil uluslararası kardeşliğin pekiştirileceği bir ortam olmasını savunur.





İtalya'da Ultralar


Yunanistan taraflarından giriş yaptığım tribün aşkları temasına İtalya ile devam etmekti amacım. Bir liste yapayım dedim, yaz yaz bitmiyor. İtalya`da herkes ikişer üçer dost olmus düşman gruplara karşı beraber saf tutmuş. O ona küsmüş, o öbürüyle dost diye öbürüne düşman kesilmiş, acaip bir çark dönüyor. Herşey politik hersey değişken. Bütün tribün dayanışmalarını yazmak için de ömrüm kafi gelmeyecek, en iyisi mi ben pası konuyla ilgili doktora tezi vermiş bir arkadaşa atıp sıyrılayım dedim. İyi de yapmışım. Sebastien bana kalırsa italyan kurvaları konusunda uzman, o kabul etmek istemese de. O yüzden tribün dayanışmalarını bir kenara bırakıp ultra hareketlere odaklanıyoruz.

Kendisi hakkında ek bilgi; Sebastien Lüksemburg`da yaşıyor. 2007 senesinde Perpignan Üniversitesi`nde italyan ultraları üzerine yazdığı tezle doktorasını bitiriyor. Luxembourg Contre Le Racisme adlı organizasyonun kurucusu ayrıca Mondiali Antirazzisti futbol turnuvasının da hamallarından. Commando Ultras`84 emekçilerinden. Şu aralar ikinci kitabını yazmakla meşgul.



Mafalda: İlk önce kitabından "Le phénomène ultras en Italie"den başlayalım. Henüz türkçeye çevrilmediğinden Türkiye`de basılmadı. Anlatır mısın nedir içeriği, neden Ultras en Italie?

Sébastien Louis: Bu kitap benim üniversitedeki araştırma konum aslında. 2002`de mezun olurken bir tez konusu istendi, ilk düşündüğüm konu bu oldu. Beni tanıyanlar pek şaşırmadı çünkü uzun yıllar bu kültürün içindeyim. 1994`ten beri Olimpik Marsilya`nın Commando Ultras grubu üyesiydim. O zamandan gelen bir tanışıklığım aslında hayranlığım vardı İtalyan ultralara. Kendi grubumuz da 1984 yılında ortaya çıkarken İtalya`daki gruplardan esinlenmişti. İtalya`daki ultra hareketinin başlangıcı 1960'lı yılların sonunda gerçekleşirken biz tam 15 yıl sonra adapte olmaya çalışıyorduk dolayısıyla İtalya bizim Mekke`miz gibiydi. Kurulduğumuz ilk günlerden beri Sampdoria ultraları ile sıkı bir dostluğumuz var.

İtalya`ya ilk kez 1996 yılının mart ayında gittim Udinese-Sampdoria maçı için. Benim için inanılmazdı, o atmosferden büyülenmiştim. Ultralar o zamanlar oldukça güçlüydü en alttaki liglerde bile inanılmaz tribünler vardı. O zamandan beri de bulabildiğim her kitabı, materyali toplamaya başladım ve sürekli İtalya`ya gittim. En az 50 maç izledim ultralarla beraber. Serie A`dan Serie D`ye, Venezia`dan Napoli`ye kadar, bütün derbi maçlarında hatta 1000 kişiyi geçmeyen kale arkalarında bile bulundum. O yüzden bu konuyu seçmek benim için zor değildi, düşünmedim bile. Tehlikeli ve kaçık olarak bilinen bu İtalyan alt kültürünü tarihsel açıdan anlatmaktı amacım. Tek sorun tez danışmanımı ikna etmekti ama o da oldukça geniş bir insandı şansıma. Üniversiteden bu şekilde mezun olunca master tezim için de temel oluşturdu. Aynı şekilde 2003 yılında tezimi geliştirerek mezun oldum. Commando Ultras`tan arkadaşlarım da beni teşvik etti tezimi kitaplaştırmam konusunda. 2005 yılında Paris`te bir yayınevini ikna ettim. Kitabım birkaç güncellemeyle basıma hazırdı. 2006 yılında da yayımlandı. İtalyancaya çevrildi. Şu aralar ingilizce çevirisi için uğraşıyorum.

M: O halde İtalya`daki bu kültürü en iyi tanıyanlardan biri olarak sormak istediğim şey şu… Sence son yıllarda yaşanan olaylar ve yeni kanunlar Ultras hareketinin sonu getirir mi? Ya da getirdi mi?

S.L.: Bence abartıyorsun, ultraların uzmanı değilim, sadece onlarla oldukça fazla vakit geçirdiğimdem son 10 yıldaki değişimlerin içinde yaşadım. Ama bu kültürün iyi bilenleriyle tanıştım bu süre zarfında, onlardan çok şey öğrendim. Tek farkım bu bilgiyi derleyip kitaplaştırmak oldu çünkü bu insanlar kendi projeleriyle o kadar meşguldüler ki bütün bu hazır materyali saklamayı bile düşünmemişler. Bolonya`daki Progetto Ultra ile biz bütün bu hazır materyali saklamak fırsatını da bulduk. Baştaki soruya dönersek eğer, İtalyan ultra hareketi uçurumun kıyısında diyebilirim. Eğer geneline bakarsan bütün bu yeni kanunlara rağmen ultralar hala ayakta ama sadece isim olarak varlar artık. İçerik olarak yoklar. Kendini ayakta tutan birkaç küçük grup dışında varlıklarından sadece kağıt üzerinde sözedebiliriz. Nasıl ayakta kalabilirler ki… Maçların bir çoğu deplasman tarafarına kapalı kapılar ardında oynanıyor. Stad çevresindeki kontroller sıkılaştı, hareketlerinde dikkatli olmak zorundasın. Tribünlerde çok fazla baskı var. Yeni kanunlar, kurallar… Geçen eylül ayından beri Napoli taraftarlarının bütün hakları ellerinden alındı. Neden? Roma deplasmanından dönerken trene zarar verdiler diye. Tribün dışında yaşanmış hatta olmamış bir olay. Amaç sadece yasaklamak.

Ayrıca ultralar amaçlarından da saptı zaman içerisinde. Bazı liderler kulüp patronlarıyla hatta futbol federasyonuyla bağlantılı, bir kısmı bu işten ekmeğini de kazanmaya başladı satılan materyallerden. Organize suçlara bile karıştılar. Daha hiç politik konulara girmedim bile düşün. Bütün bunlar o ruha zarar veriyor doğal olarak. Ama hala ayakta kalan gruplar var: Sampdoria, Atalanta, Pisa ve birkaçı daha hala eski ultra ruhunu yaşatmaya devam ediyor bütün bu olumsuzluklara rağmen.

M:Apolitik tribünler… Gerçek mi yoksa sadece teori mi? Nedir çözüm?

S.L.: Apolitik tribünler her zaman mümkün ama konu ultralar ise imkansız. Çünkü zaten ultra hareketinin kaynağı politika. Demek istediğim, 1960 yılların sonunda bu hareket ortaya çıkarken zaten döneme özgü siyasi hareketlerle kaynayan bir ülke durumundaydı İtalya. İlk ultra gruplar İtalya`daki radikal bir örgütü model olarak almıştı. Tüm kuşağın değişim aradığı bir dönemdi. Kimisi radikal partilere girdi, kimi de neofaşist akıma kapıldı. Kuşağın bir kısmı hali hazırda aktivist iken bir kısmı da tutucu ve baskıcı ortamda değişim arayan kabuğunu kırmak isteyen insanlardı. İlk ultralar için model teşkil eden de radikal aktivistlerdi. Onlardaki imajı tribünlere adapte etmek daha kolaydı. Grupların ilk isimlerine baktığımızda anlaşılır ne demek istediğim: AS Roma`nın Fedayn`i… Sonrasında Verona`nın Brigate Gialloblu grubu, Inter`de Potere Nerazzuro, Juventus`ta Autonomia Bianconera gibi.

Ama o zamanlar takımları herşeyin önündeydi her ne kadar bu şekilde aktivistleri referans aldılarsa da. Faşist adamlar komunistlerle beraber maç izleyebiliyordu. Politika sorun değildi insanlar için, takım sevgisi sorundu. Kimisi politik farklılıkları dert ettiyse de genelde ultras birlikteliği ön plandaydı. Kısacası ultralar politikayla her zaman haşır neşirdi, ama sadece içerik olarak. Kimse tribünde politik aktivitelere girişmezdi. 1980'li yılların sonundan itibaren bu durum değişti hala da değişiyor. Bu dönüşümün nedeni ortaya çıkan aşırı sağcı gruplar. Tribünlerde etkili taraf olmaya başlamalarından itibaren problemler de başlıyor. Çünkü ultra kültürünün temelini atan insanların büyük kısmı sol politikadan geliyordu. Şimdi ise tam tersine neofaşist fikirler yaygınlaşıyor özellikle arayış içindeki genç kesimde. Bu yeni bir trend tabi hala ultraların büyük çoğunluğu ya politikaya bulaşmamaya çalışıyor, ilgilenmiyor ya da eski köklerine sahip çıkıyor.

Tribünlerdeki baskın ideolojiyi görmek için bayraklara ve pankartlara bakmak yeterli. 80lerin sonundan itibaren İtalya`da beliren sosyal değişim de sağcıların ekmeğine yağ sürüyor. Artan göçmen nüfus nedeniyle provokasyonlar genç kesimde direk etkili.

Uzatmayayım… Tekrar soruna dönersek, bunun için bir çözüm bulmak zor çünkü ultras her zaman kararları kendi içinde verir. Apolitik tribünler de bulabilirsin ama politik tribünler her zaman olacaktır. Sorun o politik imaja inanıp inanmamakta. Ne Livorno tribünleri tamamen komunist ne de Verona tribünleri tamamen faşisttir. Tersi mümkün değil.

M: İtalya`daki tribünlerde son durum nedir? Hangi gruplar hala eski gücünde? İdeolojik olarak kimler eski geleneklere bağlı?

S.L: Son zamanlarda durum çok değişken. İçinde bulunduğumuz yeni yüzyıl beraberinde aşırı baskıcı bir ortamı da getirdi. Güçlü ideolojik propagandalara artık imkan tanınnmıyor. Daha önce dediğim gibi orda da artık herşey kağıt üzerinde. İçerik olarak zayıflıyorlar. 90`lı yılların sonunda `Brigate Autonome Livornesi` oluştuğunda ideolojik rekabetler de güçlenmeye başlamıştı. Kendini komunist addeden BAL tribünleri Stalin pankartları, Kore bayrakları, Bolşevik semboller kullanmaya başlayınca karşı ideolojinin de buna reaksiyon göstermesi kaçınılmazdı. Ultralar kendi içindeki rekabet de öyle başladı. Aynı 70`li yıllardaki siyah-kırmızı rekabeti gibi. Dolayısıyla buna tepki olarak faşist semboller de görülüyor artık. Livorno da ister istemez sol tribünlerin merkezi oluyor. Sol akımın resmiyet kazanması da Resistanza Ultras`ın oluşumuna tekabül eder. Antifaşist görüşteki bütün ultraları birbirine bağlayan bir çatı oluşturulmak istenmişti bu projeyle ama hiçbir zaman kuruluş amacına ulaşamadı. Belki sadece Ternana, Ancona, Livorno ve birkaç küçük grubun emeğini belirtmek lazım. BAL`in kendini lağvetmesiyle, Livorno`nun taraftar sayısı bile azaldı, ideolojik olarak da küçüldü. Eski tribün şovları kalmadı. Sıralama yapmak doğru olmaz ama sağ baştan sayarsak Inter`ın ultraları özellikle Irriducibili ve Milan`da Fossa dei Leoni`nin ardından oluşan sağ kimlik, ayrıca Hellas Verona taraftarları ve onların komşuları Padova en aktif sağ görüşlü gruplar. Bana göre AS Roma ve Lazio bu saydıklarımdan sonra geliyor. Sol görüşlü gruplar eskisi kadar güçlü olmasalar da hala varlar: Pisa, Livorno, Venezia ve Ancona mesela.

M.: Ultra hareketi İtalya`da orjinalliğini kaybederken diğer yandan Avrupa`daki oluşumlar için ne düşünüyorsun? Daha önce olmadığı kadar yükseliş içerisinde bu hareket. Özellikle Fransa`da…

S.L: Sadece Avrupa`da değil tüm dünyada yükseliş içersinde. Taraftar için iki tip model vardır: İngilizlerin Casuals dediğimiz modeli ve İtalyan ultralar. İlk başlarda ultra hareketi kıvılcımını İngilizlerden alır, onların Mekke`si de orasıydı. O zamanlar Avrupa kupası olay çıkartan ingilizleri yakından tanımak için bir fırsat yaratıyor italyanlara. Ardından birçok ultra İngiltere`ye gidiyor bu kültürü öğrenmek için. Bizzat olaylarda da bulunuyorlar. En aktif ultra gruplardan biri olan Hellas Verona direk Chelsea`nin maçlarına dadanıyor, onlardan ilham alıyor. Sadece onlar değil tabi Juventus taraftarları mesela sürekli Liverpool Kop`unda takipteler.

Diğer Avrupa ülkeleri için de özellikle 70`lerin sonlarında hep İngilizler referans oluyor. Kimse ilgilenmiyor İtalya`daki hareketlerle. Ondan sonraki 10 yıl ilgi çekici hale geliyorlar. Kurvaları ele geçirip kendi stillerini o askeri disiplini oluşturuyorlar tribünde, renkli koreografiler hazırlıyorlar, ayrıca kendi liderlerini çıkarıyorlar içlerinden ki bu liderler neredeyse bütün tribünleri kontrol edebiliyor, her maç yeni tezahüratlar, inanılmaz bir atmosfer oluşturuyorlar. Tabi bunlar onları medyatikleştiriyor. 1982 Dünya kupasını kazanmaları da italyan futbolu için bir dönüm noktası. Artık tüm Avrupa için model ingilizler değil italyanlar oluyor bu gelişmelerle.

İkinci adaptasyon dönemi ise 90`lı yılların ikinci yarısına denk geliyor. Bunun nedenleri zaten belli: internet, seyahat imkanlarının artması, Sovyet rejimlerinin çöküşü, yeni jenerasyonun özellikle Almanya, Polonya ve İskandinav ülkelerinin yeni bir kimlik arayışında olması gibi. Bu sefer tribünler adaptasyonu daha hızlı gerçekleştiriyor. Birkaç sene içerisinde bütün organizasyonu oturtuyorlar. Magrip ülkelerinde, İsrail`de hatta Japonya`da bile ultra gruplar var artık. Ama senin sorunda belirttiğin gibi bir yandan yükselirken bu hareket kendi evinde düşüşe geçiyor. Bu krizin en büyük sebebi şiddet. 1995 yılında Vincenzo Spagnolo`nun Genoa-AC Milan maçı öncesi öldürülmesini hatırla. O zamandan gelen bir süreç var. Ayrıca bu iş giderek iş kolu haline dönüşüyor. Daha önce saydığım sebepler, taraftar-kulüp başkanları ilişkisi, polis şiddeti gibi. Ama yine de bu hareket İtalya`da bitmiştir diyemem çünkü bütün Avrupa`dan tribünler buraya gelip ultra hareketini beşiğinde öğrenmek istiyorlar. Hala okul gibi... Yani İtalya hala ultra hareketin “avant-garde” noktası.

Diğer ülkelerin ultraları çok farklı, bir çoğunu sevmiyorum. Almanya`da özellikle 1995`ten sonra ultras patlaması yaşanıyor ama hala orjinal ultra kültüründen çok uzaklar. Estetik olarak harikalar, güzel şeyler yapıyorlar göze hitabeden ama mentalite sıfır. Ultra bakış açısından bakarsak bazı ülkeler var iyi işler çıkaran, mesela İsviçre ve Avusturya. Hırvatistan, Sırbistan ve Bosna`da inanılmaz potansiyel var. Fransa ise İtalya seviyesine yaklaşabilmiş tek ülke. Bordeaux, Marsilya, Paris, Saint-Etienne ve hatta diğerleri artık İtalyanların seviyesinde.

M.: En son Atletico Madrid-OM maçında da gördüğümüz üzere ultralara karşı yükselen bir şiddet grafiğinden söz etmek mümkün mü?

S.L: Aslında polis şiddeti hiç değişmedi. Fark güvenlik sistemlerinin militarize hale gelmiş olması. Eskiden stad çevresinde hatta içerisinde bu tip robocop`larımız yoktu ama şimdi basit bir maçta bile inanılmaz ekipmanlarla donanmış polisleri görüyoruz. Buna yol açan da holigan şiddetinin giderek medyada yer bulması. Yıllar önce de maç öncesi ya da sonrası taraftarlar olay çıkarıyordu ama bunların çoğu rapor edilmezdi, tolerans daha fazlaydı. Ama şimdi futbol büyük bir sermaye. O yüzden güvenlik de had safhada. Eskiye oranla daha bile az şiddet var, çıkan olayların çoğu stad dışındaki kavgalardan ibaret. Şiddet futboldan uzaklaşıyor giderek. Ya tren istasyonlarında ya da anayollarda patlak veriyor.

Ultraları şehit mertebesine yerleştirmek istemiyorum, ama bu bir hayat felsefesidir ve isteyen bu yolu seçer. Şiddet de bu kültürde zaman zaman kendine yer buluyor. Yani şiddet kullanılacaksa eğer bunun neden ve sonuçlarını irdelemek gerek. Kolkola Freedom for Ultras diye bağırmak bir işe yaramaz, bazen toplumu da gözetmek gerekir. Artık toplum şiddete eskisi kadar toleranslı değil, buna stadyumlar da dahil. Stadyumlar şiddetin meşrulaştığı yerler haline dönüşmemeli, bu her iki taraf için de geçerli.

Madrid`teki maç aslında bu konunun dışında. Ben hiç şaşırmadım. İspanyol polisinin zaten kirli bir geçmişi var bu konuda. 1982`de bile İngiltere maçında polis birçok ingilizin direk kafasını kırmıştı. O yüzden sürpriz olmamalı bunlar.


M.: Türkiye ultra mentalitesinden oldukça uzak. Bazı grupların çabasını gözardı etmemek gerek tabi. Sence Balkan ülkeleri ve Türkiye için bir gelecek var mı?

S.L.: Daha önce dediğim gibi Balkan ülkeleri ultra kültürüne çok çabuk adapte oluyor şaşırtıcı biçimde. Hepsinde iyi organize olmuş gruplar var. Yunanistan ve Türkiye için durum biraz farklı. Diğer Balkan ülkelerinden daha fanatik gruplarınız var ama hiçbir zaman ultra kültürü kavranamadı. Kendi milliyetçi gelenekleriyle italyan öğelerin karışımı oldu her zaman. İlerde gerçek bir ultra grup oluşur mu ondan da pek emin değilim çünkü sürekli iki kültürün karmaşası yaşanacak bu iki ülkede.

M.: Türkiye`de son yıllarda bir Livorno akımı var. Politik açıdan kendilerine verilen bu popüler pozisyonu hakediyorlar mı? Yoksa onlar da değişim sürecinde mi?

S.L.: Bu Livorno modası sadece Türkiye`de değil hemen hemen her Avrupa ülkesinde var. 7 yıldır şehri ziyaret edip maçlarını izliyorum ve her maç ziyarete gelen sol görüşlü taraftarlar görüyorum. Aklına gelebilecek her ülkeden… B.A.L. kurulduğunda bu yeni radikal sol görüş direk o kesimin ilgisini çekti. Yeni bir tarz oldu ultra ekseninde. Sovyet sembollerini kullanıyorlardı ve çok iyi organizeydiler. Aslında diğer sol gruplardan daha solda değildi ama diğerleri gibi kaotik yapısı yoktu. Stalin resimleri sadece görüntüden ibaret değildi, kendilerinin ve liderlerinin kafa yapısı da o şekildeydi. O sayede kuzey tribünde düzeni kurabildiler. Her neyse… Tabi internetin ve fanzinlerin de etkisi çok büyük. 3. ligdeki bir takımın ultralarını çok kısa sürede ün sahibi yapabiliyor teknoloji. Ayrıca ucuz seyahat imkanları da birçok taraftarı buraya kendi deyimimle sovyetik ultraları görmeye çekiyor. Tabi onlar bu konuda ne ilk ne de en solcular. Birçok grup onlardan önce de kullanıyordu bu sembolleri, Ternana, Atalanta, Ancona, Empoli… Livorno`nun tek farkı tribünlerinde takım bayraklarını sembollerden daha az görmüş olduğumuz. Bu pozisyonu hakediyolar mı? Hem evet hem hayır. Evet çünkü Toscana ve Livorno her zaman kırmızıdır. Livorno 1921`de İtalyan Komunist Partisi P.C.I.`nın kurulduğu şehir. Bir işçi kenti… Mesela Brigate kelimesi burda çok hassas aktiviteler için kullanılırken, tribündeki adam da o aktivitelerin bizzat içindedir zaten. Afganistan ve Irak işgallerine karşı açılan pankartlar, sivil toplum örgütleri için ödenek talepleri hatta Floransa`daki yıkımlar için açtıkları pankartlar bile bu aktivitelerin uzantısı. Ama yine gerçek bir politik grup oldukları söylenemez. Diğer yandan öyle olmamalarına rağmen öyleymişler gibi aşırı semboller kullanıyorlar. En büyük düşmanları Pisa onlardan sosyal anlamda daha aktif olmasına rağmen daha az sembol kullanır.

2006 yılında B.A.L. feshedilince iki grup oluştu: Livornesi ve az sayıda elemandan oluşan Visitors. İkisi de resmi B.A.L. kurucularından bağımsız oluştuğundan eskisi kadar sembol kullanmıyorlar. Daha çok takım bayrakları ve pankartlar açılıyor son dönemlerde.

M.: Biraz özele dönelim. Hayatının bu şekilde yön almasında kimler etkili oldu?

S.L.: Beni etkileyen çok insan var. Commando Ultra kurucuları, ordaki arkadaşlarım. Benim gibi ultralarla kafayı yemiş arkadaşım Julien, onlarla tanışmama da aracı olmuştur. Onla tanıştığımda 17 yaşındaydım çok şey öğrendik beraber. İsim saymak çok zor, 31 yaşındayım. Artık hayatım tamamen farklı yöne bakıyor. Okulumu bitirebilmek için 2 sene önce ultras kariyerimi bıraktım artık senede 3-4 maça normal bir taraftar gibi gidiyorum. Bu bana başka bir görüş aşısı kazandırdı. İçindeyken bazı şeyleri göremiyorsunuz. Ama birşey hiç değişmiyor maçlara gitmeyi bıraksanız bile. Hala içimde o ruhu taşıyorum sanırım. Çünkü bu kültürün çok fazla artı yönü var. Küçük şeylere odaklanmamayı ve büyük hedefler koymayı hayatta da organize olmayı öğreniyorsunuz.

M.: Luxembourg against Racism… Mondiali Antirazzisti… Futbol fotoğrafları sergisi… Daha bir sürü aktivite içindesin aynı zamanda…

S.L.: 1996 yılından beri İtalya`da Progetto Ultra tarafından organize edilen bir futbol turnuvası var. Mondiali Antirazzisti. Turnuvanın odak noktası ırkçılık karşıtı olması. Başlangıçta küçük bir turnuvaydı ama zamanla katılım arttı. Bu sene haziran ayındakine 5 binden fazla gelen oldu. Katılımcılar dünyanın her tarafından ama özellikle Avrupa ülkelerinden geliyor. Normal taraftarlar, politik ya da sosyal gruplar, İtalya`daki göçmenler, evsizler… Takımını kuran katılabiliyor. 2003 yılında da Lüksemburg`da biz kendi takımımızı kurduk Luxembourg against Racism adıyla ve ordaki ortamdan çok keyif aldık.

Ertesi yıl da fotoğrafçı bir arkadaşımızı davet ettik ve sayesinde ultraların başka yönlerini gösterebildik insanlara. European Youth sponsorluğunda 2005 yılında bir sergi açtık. Aynı sergi İtalya`da da gerçekleşti. Ardından sosyal temalı birkaç ufak film çektik. Şimdi yeni bir aktivitemiz var. Irkçılık karşıtı futbol turnuvası düzenliyoruz Bosna`da. Küçük bir köy var iç savaştan sonra ikiye bölünen. Bir yanda katolik Hırvatlar diğer yanda müslüman Bosnalılar. İlkini bu yıl gerçekleştirdik. Takımlar tamamen karışık. Kazananı da masraflarını karşılayarak Mondiali Antirazzisti turnuvasına götürdük. Her sene tekrarlamak istiyoruz.

M.: Son olarak… Ultra, akademisyen ya da bir yazar… Eğer senden sadece birini seçmeni isteseydik… Hangisi seni daha iyi tanımlardı?

S.L.: Hangisini desem ukalalık olur. 12 yıllık ultra geçmişim olmasına rağmn ultrayım diyemem. Akademisyenlik de çok yüksek bir tabir henüz bir lisede tarih dersi verirken hele. Kitabım olmasına rağmen henüz kendime yazar diyemiyorum belki zamanla o özgüveni yakalarım birkaç kitaptan sonra. Öyle bir insanım işte diyip sıyrılayım. Herkes gibi hatalar yapıyorum, ultrayken bile hiç tam bir ultra olamadım. Akademisyenliğim de hatalarla dolu. Yeni yazdığım kitabımda ilk kitabımda yazdığım noktaları eleştiriyorum düşün. Belki hepsinden de biraz alayım demek iyi olurdu. Profesör olmaya çalışan sıradan bir ultra, yazabildiği kadar iyi yazmaya çalışan bir yazar. Nasıl dersen de… Zevk alıyorum yaptığım herşeyden. Bütün bunları ne para için yapıyorum ne de kariyer. Tek tutkum değişik insanlar tanımak. Açıkça söyleyebilirim ki şimdiye kadar tanıdıklarım içinde en samimi olanlar da ultralardı.

Ultras Hareket

İtalya'da Sicilya Adası'nda 2 Şubat 2007 günü oynanan Sicilya derbisi Catania-Palermo maçında ve sonrasında çıkan olayların ciddiyeti ve bir polisin kasten öldürülmesi tüm dünyanın dikkatini yeniden İtalya'ya ve futbolda şiddete çevirmesine neden oldu. Bu olayı yaratanlar Catania kulübünün Ultralar adlı taraftar grubuydu. Futbol dünyasında adı bilinen ancak bu derece ön plana çıkmayan grubu Ultralar böylece bir anda bütün dünyada tanındılar.

İşte bu satırlarda artık bir kavram haline gelen Ultra taraftar organizasyonun ortaya çıkış ve gelişim hikayesini okuyacaksınız…



ORTAYA ÇIKIŞ

Ultra hareketi ilk olarak İtalya'da 50'li yılların sonları ile 60'lı yılların başlarında futbol delisi genç grupların kendi takımlarını organize bir şekilde desteklemek amacı ile bir araya gelmesi ile kuruldu. Ultra adını bu gruplara Torino taraftarlarının bir maç sonrası maçın hakemini hava alanına kadar takip etmesi sonucunda bir İtalyan gazetesi verdi. Ultralar başta çaldıkları korna ve davullarla diğer taraftar gruplarından ayrılıyorlardı. İlk deplasman organizasyonları da bu sıralarda gerçekleşmeye başladı.

Bu hareket Avrupa'da da kendine hızlı bir şekilde taraftar buldu ve çeşitli ülkelerdeki grupları etkisi altına aldı. Futbolun ana vatanı İngiltere ise Ultralar'a sıcak bakmayan az sayıdaki ülkelerden biri oldu. İngiltere holigan grupların beşiği haline geldi.



AMAÇ VE AKTİVİTELER

Ultralar tamamen fanatik ve ana amaçları takımlarını "her zaman her yerde mümkün olan en iyi şekilde" desteklemek olan taraftarlardan oluşmakta.

Ultralar'da stadyumlarda toplu akustik desteğin dışında marşları başlatan bir kişi (amigo) hep bulunur. Bu şarkılara ise davullarla eşlik edilir. Ultralar ayrıca gözle görülen şovlara da çok önem verirler. Konfeti yağmuru, bengal ateşi denen meşaleler ve çok sayıda dev bayrak da tribünlerde hep görülür. Bunun yanında Ultralar masraf ve koreografi gerektiren renkli güzel tribün şovları da organize ederler. Bu şovlar için maç başlamadan önce Ultralar tarafından tüm hazırlıklar yapılır ve hatta bu gruba dahil olmayan seyirciler de bu şovlara katılırlar.

Önemli bir nokta da Ultralar'ın bu şovlar için harcadıkları paralar için sponsor veya kulüpten asla yardım kabul etmemeleridir. Bu masrafları kendi üyelik aidatları ve kendi ürettikleri taraftar ürünlerinden sağlanan gelirlerden karşılamaktadırlar.

Ultralar'ın bir özelliği de kulüplerine karşı diğer bir gruba bağlı olmayan taraftarların aksine çok daha fazla eleştirisel bir bakış getirmeleridir. Özellikle kulübün ekonomisini ilgilendiren kararlar alındığında yada kulübün taraftar kültürü ile ilgili yaklaşımlarında Ultralar bu kararları alan kişilere karşı hep eleştirisel bir bakış sahibidirler.

En önemli konulardan biri ise polisin ve saha içinde güvenliği sağlamakla görevli kişilerin bu taraftar gruplarına yaklaşımını protesto eden bir tavrın hep olmasıdır. Polisleri özellikle hedef alan sloganlar en çok görülenlerdir. Almanya'da ise bu gruplar güvenlik güçlerini "biz taraftarız suçlu değil" şeklinde protesto ederler.

Her Ultra grubunun bir bayrağı bulunur ve bu bayrak onların adeta sancakları gibidir.



ULTRALAR İLE HOLİGANLAR ARASINDAKİ FARK

Ultralar'ı holiganlardan ayıran en büyük özellik bu oluşumlarda şiddetin değil sporun daima ön planda olmasıdır. Ancak kavga ve mücadele Ultra kültürünün ayrılmaz bir paçasıdır. Takımları adına kavgadan kaçmazlar. Fakat Almanya'daki gruplar yine de polisin bu konuda taviz vermemesi nedeni ile kavgadan da uzak durmayı tercih etmektedirler. Bu gruplarda son yıllarda rakip taraftarların taşıdıkları ait oldukları kulübün ürünlerini kapıp kaçma daha yaygın hale gelmiştir.



ÜLKELERDE ULTRA HAREKETLERİ



Almanya: Ultra hareketi Almanya'ya ilk olarak 80'li yılların sonlarında ulaştı. İlk grup 1986 yılında Fortuna Eagles adı altında Fortuna Köln takımı taraftarlarınca kuruldu. Onu 1989 yılında Leverkusen taraftarlarının kurduğu Soccer Boyz grubu izledi (1994'ten bu yana Mad Boyz). Binding Szene (Eintracht Frankfurt), Blaue Bomber (Stuttgarter Kickers), Promillos Ultras (Freiburg) 1995 yılında kurulan Ultra gruplarıydı. Bir yıl öncesinde ise Nürnberg taraftarları Ultras adlı grubu kurmuşlardı.

Şu anda Almanya'da en küçük kasaba takımlarına kadar bütün kulüplerin taraftarları arasında kendisini Ultralar olarak adlandıran gruplar mevcut. Almanya'da bugün taraftarlar arasında kendilerini ön plana çıkaracak ve Ultralar'ı sorgulayacak başka gruplar olmadığı için Ultralar organize taraftar denilince ilk akla gelen gruplardır. İşte tam bu noktada Ultralar ile organize olmamış taraftar grupları arasında Ultralar'ın özellikle kale arkası tribünlere egemen olma ve taraftarı yönetme çabaları nedeni ile sürekli sorunlar yaşanmaktadır.

Almanya'daki Ultra grupların büyük çoğunluğu politikayı futbola karıştırmazlar. İstisna olarak Almanya'da üç sol Ultra grubu, Sankt Pauli (St. Pauli), Filmstadt Inferno 99 (Babelsberg 03), Diablos (Sachsen Leipzig) ve iki sağ görüşlü Inferno Cottbus (Energie Cottbus), Ultras (Lok Leipzig) gösterilebilir. Bunlar içinde özellikle Lok Leipzig takımının aşırı sağcı taraftarlar çıkardıkları olaylarla ön plandadır. Bir süre önce de Lok Leipzig-Union Berlin amatör bölgesel lig maçında büyük olaylar yaşandı. Ancak Alman polisi bu taraftarlara sıfır tolerans göstermekte ve özellikle de maç günleri tüm şehirlerin ana tren istasyonlarından geniş güvenlik önlemleri almakta.

Almanya'da Ultralar'ın ana amacı stadyumlarda atmosferi en güzel hale getirmek ve kendi gruplarının gelişimini sağlamaktır. Alman Ultraları kendilerini hiç bir kritik yapmadan stadyumlarda oturup maç seyreden ve para harcayan taraftar gruplarının karşıtı olarak görürler.

Almanya'da stadyumlarda meşale yakılması kesinlikle yasak olduğundan Alman Ultraları çok nadiren stadyumlarda meşale yakmaktadırlar. Meşaleler daha çok amatör liglerdeki maçlarda görülmektedir.


İtalya: İtalyan Ultraları ünlerini tüm dünyaya ise 2 Şubat 2007 günü duyurdular. Catania kulübünün Ultraları büyük olaylara neden olurken bir polisi öldürdüler.

Ultralar'ın üye sayısını rekor seviyeye ulaştırdıkları yıllar İtalya'da 80'li yıllar olmuştur. Ancak şu an hala 10.000'in üzerinde üyesi olan gruplar mevcuttur. İtalya'daki önemli gruplar ise şunlardır. Irriducibili Lazio, Brigate ressonete Milan, Brescia MU 1911, Curva Nord Bergamo, Ultras Granata.

İtalya'daki ünlü Ultra gruplarının Lega-Calcio (Futbol Ligi) ve polisle sürekli bir uyuşmazlık içinde olmaları İtalyan ultra hareketine yön veren en önemli etkenlerden biri olmuştur. Bu gruplardan bazıları, Brigade Gialloblu 71 Verona, Fdl Milan, Bna Atalanta, Commando Ultras Napoli ve Verona Front'tur.

Bazı taraftar gruplarının üye sayısının çok yüksek olması bu taraftarların kulüp politikasına karışmaları durumunu ortaya çıkarmıştır. Bunlar içinde en çarpıcı örnek şu an var olmayan Fossa dei Leoni grubudur. Bu grup zamanında onların oturdukları tribünde kimin ne satacağına bu grup üyeleri karar vermekteydi. Ayrıca bir çok taraftar grubu kulüpleri şiddetle tehdit edip istediklerini yaptırmakta ve kulüp yöneticileri buna göz yummakta. Son olaylara kadar İtalya'da verilen cezalar stadyum yasağı ile sınırlı kalmaktaydı. Ancak son cereyan eden olaydan sonra artık çok daha radikal önlemlerin alınacağı açık.

İtalya'da bu tür grupların yarıya yakını politik tavır içindedirler. Bunlardan %10 kadarı da aşırı sağcı gruplardan oluşmaktadır. Bu gruplar özellikle bazı kulüplerin politik olarak doğrultusunu da belirlemektedir. Örneğin Lazio kulübünün aşırı sağcı taraftarları (Irrıdubicili Lazio) buna en büyük örnek olarak gösterilebilir. Aşırı sağcıların asıl düşman olarak gördükleri hedefleri rakip taraftarların aksine tamamen polislerdir.

Sol gruplardan ise en ünlüsü Livorno kulübünün taraftar grubudur. (Brigade Autonome Livornesi)



Fransa: İtalya'ya olan yakınlık seksenli yıllarda Fransa'da özellikle de ülkenin güneyinde Ultra hareketinin başlamasında etkili oldu. İlk Ultra grupları Marsilya'da Commando Ultra 84 ve South Winner 87 adları ile kuruldu. Bu iki grup da hala faaliyetlerini sürdürüyor ve Fransa'nın en yaratıcı ve saygı gören grupları olarak anılıyorlar. Özellikle bu iki grup ırkçılığa ve faşizme olan karşıtlıkları ile ön plana çıkıyorlar.

Paris'te ise ilk Ultra grubu 1985 yılında Boulogne Boys adı ile kuruldu. Zaman geçtikçe Utra grupları Fransa'nın her yerine yayıldı ve büyük gruplar kulüpler üzerinde etkili olmaya başladılar. Özellikle de Marsilya'da Ultralar kendi tribünlerinin bilet satışını kulüpten aldılar ve Marsilya kulübü üzerinde büyük bir etkiye sahipler. Ülkedeki en etkili gruplar ise Paris ve Marsilya'da bulunuyor. Paris'te Boulogne Boys'un yanı sıra Supras Auteuil, Lutece Falco ve Tigris Mystic gibi gruplar bulunuyor. Stadyumlarda şiddete mailli olan Boys grbunun bazı üyeleri ve aşırı sağcılar ise bu gruplardan dışlandılar ve artık stadyumlara alınmıyorlar.
Diğer ülkeler: Avrupa'nın diğer ülkelerine baktığımızda Avusturya, Portekiz, Yunanistan, İsviçre, Hırvatistan ve Sırbistan gibi ülkelerde Ultra gruplarına rastlıyoruz. Avusturya'da en etkili ve tanınmış olan grup Ultras Rapid 1988. Bu grup Avrupa'da takımının her maçına koreografi hazırlayan sayılı gruplardan biri ve 2005 yılında T.I.F.O. (Torcida International Fans Organisation) tarafından en iyi koreografi yapan taraftar grubu seçildi. Red Bull tarafından satın alınan Austria Salzburg takımının Ultra taraftar grupları olan Union Ultra 99 ve Tough Guys Salzburg 92 kulüplerinin satışına şiddetle karşı çıkmalarına rağmen şu an takımlarını destekliyorlar.

Portekize baktığımızda en ünlü iki grubun Benfica kulübünün taraftar grubu olan Diabos Vermelhos ve No Name (NN) Boys olduğunu görüyoruz. Ayrıca Porto ve Sporting kulüplerinin de Ultra taraftar grupları mevcut. Ancak ülkenin diğer taraftar grupları diğer ülkelerdeki kadar aktif değiller.

Yunanistan'da başkent Atina'da bulunan Ultra gruplar Avrupa'daki en ateşli gruplardan sayılıyorlar. Atina kentinin üç takımı Panatinaikos, Olympiakos ve AEK maçlarında bu gruplar arasında büyük kavgalar yaşanıyor. Bu nedenle son yıllarda Yunanistan'da Ultra hareketine ait grupların rakip stadyumlarda maçları izlemeleri yasaklanmış durumda.

Hırvatistan'da Ultra hareketinin başlangıcı 1950 yılına rastlamakta. O yıl Hajduk Split taraftarları Torcida adı altında ligin şampiyonunu belirleyecek bir maçta Ultralar'ın kulandığı metotlarla bir organizasyon yapmıştı. Ancak Yugoslavya devletinin her türlü örgütlü organizasyonu yasaklamasından sonra Torcida Ultra hareketi ancak seksenli yıllarda tekrar ortaya çıkabildi. Bugün ise en büyük rakipleri Dinamo Zagreb'in taraftar grubu olan Bad Blue Boys.

Sırbistan'da ise ülkenin iki büyük kulübü Kızılyıldız ve Partizan'ın Delije ve Grobari adlı Ultra grupları ülkenin en büyük iki taraftar grubu. Bu takımları tutan insanlar otomatik olarak bu gruplardan sayılmakta çünkü taraftarlar bu takımları orijinal adları ile değil bu taraftar gruplarının adları ile anmakta. Bu iki grubun dışından da ülkede sayısız Ultra gruplar bulunmakta. Meşale yakmak tribünlerde günlük olaylardan sayılıyor. Özellikle büyük maçlarda sürekli olay çıkıyor.

İsviçre'ye baktığımızda özellikle son yıllarda çok hızlı bir şekilde Ultra taraftar gruplarının ülkenin her yanında arttığını görüyoruz. Zürih kentinde en ünlü gruplardan biri FC Zürih takımın Ultra taraftar grubu olan Zürcher Südkurve. Aynı şehrin bir başka takımı olan Grasshoppers'ın da iki büyük Ultra taraftar grubu mevcut. Bunlardan en ünlüsü ise Estrade Ost.

İsviçre'de kendinden geçen yıl çok bahsettiren Ultra grubu ise FC Basel takımının Inferno Basel isimli Ultra grubu oldu. Ligin son ve şampiyonun belli olacağı maçında rakip FC Zürih takımın 93. dakikada Inferno Basel grubunun oturduğu taraftaki kaleye attığı gol çıkan olayların ateşleyicisi oldu. Inferno Basel taraftarları ayrıca özellikle Zürih takımlarının geldiği her maçta olay çıkarmakla ünlüler. Bundan birkaç yıl önce Baselli Ultralar Grasshoppers'ın stadını ateşe verip büyük zarara yol açtılar. Her gittikleri Zürih deplasmanında mutlaka olay çıkardılar. Ancak 2004 yılında da bu defa Zürih polisi bir skandala imza attı. Zürih'te Grasshoppers ile oynayacakları maç için trenle Zürih'e gelen ve çoğunluğu Ultra olan ancak aralarında çocukların da bulunduğu 650 kişilik Baselli taraftar grubunu polis sardı ve 427'sini gözetim altına aldı. Bazı taraftarlar 24 saat gözetim altında kaldılar. Tuvalete gitmelerine ve telefon etmelerine izin verilmedi. Bu tüm İsviçre'de büyük tepki yarattı. Zürih polisi ve kanton yönetimi ağır eleştiriler aldı.

Geçtiğimiz yıldan bu yana ise İsviçre şehir yönetimleri hem Lig yönetimini hem de kulüp yöneticilerini her maç için güvenliği sağlamakta gerekli olan 100.000 Frank'ı ödemedikleri için suçluyorlar.

İsviçre'de futbol maçlarında Ultralar ve holiganların yarattığı şiddet son yıllarda oldukça arttı ve bu konu hem medyanın hem de politikanın önemli konularının başında geliyor.



TÜRKİYE'DE ULTRA HAREKETİ:

Türkiye'de kendilerini Ultralar olarak tanımlayan tek taraftar grubu Galatasaray taraftarlarınca kurulan ultrAslan grubu. Grubun kuruluş amacı aynen Avrupa'daki Ultralar'da olduğu gibi takımı koşulsuz desteklemek ve stadyumda güzel bir atmosfer yaratmak.

Fenerbahçe'nin Genç Fenerbahçeliler ve Beşiktaş'ın Çarşı taraftar grupları aynı amaçlarla faaliyet gösteren gruplar, ama bu gruplar her ne kadar Ultra hareketi bir kavram olsa da ve Avrupa'daki Ultralar ile benzerlikler taşısalar da en büyük rakiplerinin Ultra adı ile bir grubu olması nedeni ile bunların kendileri Ultralar olarak tanımlaması olası değil.

Bu üç grubun siyasi yanına baktığımızda hepsinin ortak paydasının milliyetçilik olduğunu görüyoruz. Ancak bu gruplar bazı zamanlarda kendi kulüp ideolojilerini milliyetçiliğin üzerinde görüp örneğin milli maçlarda oynanan stadyuma göre kendi takımları lehine tezahürat yapabiliyorlar. İçlerinde çok sayıda "Milli Takım'dan bana ne ben şu takımlıyım" diyebilen kişiler mevcut.

Yine bu grupların içinde siyasi ve sosyal mesajlar vermeyi en çok tercih eden grup Beşiktaş'ın Çarşı'sı. ultrAslanlar ve Genç Fenerbahçeliler'de zaman zaman kendi milliyetçilik görüşleri doğrultusunda siyasi mesajlar veriyorlar.

Türkiye'de aynı takımın fanatik taraftar grupları arasında da bölünmüşlük yaşanıyor. Bir grup hiçbir beklentisi olmadan kulübünü destekleyip para harcarken diğer bir grup biz takımı her koşulda destekliyoruz o zaman kulüp bize bedava bilet versin, seyahat masraflarımızı karşılasın gibi bir beklenti içinde. Tabii ki en büyük istek de stadyuma hakim olma.

Tribünlerinde bu konuda en çok bölünmüşlük yaşayan taraftar grubu Fenerbahçe'de. Genç Fenerbahçeliler'in yanında önemli gruplar Kill For You, Cefakar Kanaryalar, Esenler gibi gruplar. Daha irili ufaklı bir çok grup da mevcut. Bunda da stadyum kapasitesinin büyümesi en büyük etken. Her grup kendine ayrıcalık sağlanması ve stadyumda kendi hakimiyetini kurma arayışı içinde.

Beşiktaş'ta ise Çarşı grubunun yanında Asya Kartalları ve Karagümrük ön plana çıkan gruplar olarak göze çarpıyor. Bu üç grup da söz sahibi olmak için uzun süre büyük mücadele verdiler. Sonunda kapalının paylaşımı konusunda aralarında anlaşma yapıldı ve anlaşmazlık şimdilik bitti. Bir de kendilerini Eagle Clan olarak adlandıran ve Numaralı tribünde oturan her türlü kötü yönetime karşı tavrını koyan bir grup da mevcut.

Şu anda Türkiye'de Beşiktaş'ın Çarşı grubu adından en çok söz ettiren en etkili taraftar grubu konumunda.

Galatasaray'da ultrAslan dışında başka bir oluşum yok. Daha önce Yürüyedur adı altında oluşan üniversiteli grup bir takım başka grupların baskısı ile etkisini kaybetti ve artık bu grup yok. Galatasaray tribünlerinin tek hakimi ultrAslan grubu olarak belirlenmiş durumda.
(alıntıdır)

Özgürlükçü,Futbol Dünyasının Kült Kulübü: St.Pauli

Esas anlam olarak “din” manasına gelse de, kült kelimesi sosyolojide; içerisinde bulunduğu kültür ve toplumun inançlarından ve yaşayışlarından farklı olarak hareket eden insan topluluklarını ifade etmek için kullanılmaktadır. İşte Almanya’nın St.Pauli takımı da kült kelimesinin sosyolojik anlamını tam olarak hak eden bir spor kulübüdür.

Almanya’nın kuzeyindeki Hamburg Eyaleti’nin takımı olan St.Pauli, gerek geçmiş başarıları, gerekse de ekonomik yapısı açısından sürekli olarak aynı eyaletin takımı olan Hamburg’un gerisinde kalmıştır. Ancak onları ünlü yapan, başarıları veya ekonomik güçleri değil, sıra dışı taraftarlarıdır. Anti-faşist, özgürlükçü ve cinsel ayrımcılığa karşı olan bir taraftar kitlesi bulunan St Pauli, bu özelliği nedeniyle futbol dünyasında farklı bir konuma sahiptir.

Hamburg, Almanya’nın medya ve eğlence merkezi olmasının yanı sıra, Avrupa’nın en büyük cinsel içerikli film endüstrilerinden birisine de sahiptir. Hamburg’daki hayat kadınlarının fazlalığından ötürü, 2006’da Almanya’da yapılan dünya kupası organizasyonunda, bu şehirdeki hayat kadınlarının Almanya geneline dağıtılmasına yönelik yol masraflarının karşılanması şeklinde çalışmalar bile yapılmıştır. Gerek medya, gerekse de eğlence dünyası açısından Almanya’nın en hareketli eyaleti olan Hamburg’un bu özelliği, St. Pauli taraftarlarında büyük ölçüde görülebilmektedir.

St. Pauli taraftarlarının temel karakteristiği, ırkçılık karşıtı oluşlarıdır. Bu açıdan Nazi gruplarıyla sürekli sorunlar yaşayan St.Pauli’li taraftarlar, her yıl ırkçılık karşıtı futbol turnuvası düzenlemektedirler. St.Pauli’nin geçmiş yıllarda ırkçılık nedeniyle ceza alan ilk Alman kulübü oluşu da ilginç bir detaydır. St. Pauli’nin geleneksel bir spor kulübü oluşundan bu günkü konumuna dönüşümü, 1980’li yıllarda kulübün merkezinin Hamburg’un gece hayatının yaşandığı bölgeye taşınması ile gerçekleşmiştir. Maçlarını 1500 kişi civarında bir seyirci kitlesine oynayan St.Pauli, bu bölgedeki sol görüşlü gençlerin kulübü sahiplenmesi ile 20.000 seyirci ortalaması ile dolu tribünlere karşı oynamaya başlamıştır. Almanya Bölgesel Liginde (Regionalliga) en fazla seyirci ortalamasına oynayan St.Pauli Kulübü, birçok Alman 1.Lig(Bundesliga) kulübünden de daha fazla kombine bilet satmaktadır. 2001/2002 yıllarında kapanma noktasına gelen kulüp, 6 hafta içerisinde 150 bine yakın t-shirt satarak ve Bayern Münih ile bir maç organize ederek bu sıkıntılı durumundan biraz olsun sıyrılmıştır. 2005-2006 sezonunda Almanya Kupası’nda Hertha Berlin ve Werder Bremen gibi takımları eleyerek yarı finale kadar yükselen takım, o yıl kazandığı reklam ve televizyon yayın gelirleriyle finansal açıdan önemli bir rahatlama yaşamıştır.

Sol görüşlü gençlerin kulübü sahiplenmesi sonrasında, kuru kafa şeklindeki korsan simgesi St. Pauli taraftarlarının sembolü haline gelmiştir. Kulübün maçları, futbol müsabakasından çok parti ve eğlence havasında geçmektedir. Kulüp özellikle bayan ve eşcinsel taraftarlarının çokluğu ile bilinmektedir. Örneğin kulübün stadına bir erkek dergisi olan Maxim’in reklamlarının konulmasından sonra taraftarların yapmış oldukları protestolar neticesinde, kulüp yönetimi dergiye ait reklam panolarını kaldırmak zorunda kalmıştır. Külübün Başkanı olan Corny Litmann da bir eşcinseldir. Kulübün taraftarlarının büyük bir çoğunluğu gelir düzeyi nispeten düşük olan ve varoşlarda yaşayan gençlerden oluşmaktadır. Ancak kulübün tüm Almanya genelinde taraftarları ve sempatizanları olduğu gibi, Avrupa ve dünya genelinde de St. Pauli taraftar grupları bulunmaktadır.

Kulübün en büyük rakipleri, aynı şehrin takımı olan Hamburg’dur. Hamburg taraftarları arasındaki faşist gruplarla sorunlar yaşayan St.Pauli taraftarları, Hansa Rostock taraftarları ile de yine faşizm nedeniyle rekabet içerisine girmişlerdir. Ancak Hansa Rostock taraftarları arasındaki bu faşist grupların kontrol altına alınması ve kulüp içerisinden uzaklaştırılması sonucunda bu rekabet sona ermiştir.

Kulübün altyapısındaki Türk oyuncuların çokluğu da dikkat çekici boyuttadır. Kulüp sürekli olarak altyapısında en fazla Türk oyuncu bulunduran Alman kulüplerden birisi konumundadır. St.Pauli forması giymiş en önemli Türk oyuncular Uğur İnceman ve Deniz Barış’tır. Öyleki kulüp en son Deniz Barış’ın attığı gol ile Bundesliga’ya yükselmiş; ancak akabinde tekrar alt liglere geri dönmüştür.

Rakip kaleye olan ataklarını sol kanadından yapan St.Pauli, farklı yapısı itibariyle futbol dünyasının en ilginç kulüplerinden birisi. Kuşkusuz taraftarları Türkiye’nin kültürüne çok uzak bir yapıda olabilirler (tiyatro yöneticisi eşcinsel bir başkanın Türkiye’de kabul görmesi ne kadar mümkün, bence hiç mümkün değil), ancak zaten onları farklı yapan da bu anlayışları. Daha ziyadesiyle şiddete meyilli insanların tribünleri doldurduğu futbol dünyasında onların yeri kuşkusuz dikkat çekici. Öyle sayıları da az değil. Almanya genelinde 11 milyon civarında taraftarı veya sempatizanı olduğu düşünülüyor St.Pauli’nin. Almanya’nın nüfusu 82 milyon civarında olduğuna göre, gerçekten çok fazla sayıdalar. 2007-2008 sezonunda da bir üst lig olan Bundesliga 2’de mücadele edecekler. Ekonomik açıdan çok güçlü olan Alman kulüpleriyle rekabet etmeleri çok güç olsa da, bu kadar çok taraftarı olan bir kulüp her zaman için çok önemli başarılar yakalama potansiyeline sahiptir. Kim bilir belki bir gün Bundesliga şampiyonu olurlar ve Almanya’yı her köşesinin kuru kafalarla dolu olduğu bir sabaha uyandırırlar.

Venceremos! (ADS)


utbol ve siyaset bu iki kavramı birbirine ne çok uzaklaştırabilir ne de yakınlaştırabilirsiniz.Ama deneyenler çok,peki ben neden bahsediyorum açıklayayım;öncelikle siyaseti futbola karıştırmanın ne kadar mantıklı bir şey olacağı herkesin aklında bir soru işareti oluşturabilir?Ama bunu son derece sevecen ve samimi şekilde yapan taraftar grubu çok fazla.Bilirsiniz son yıllarda siyasi futbol kültürü aslında o kadar yaygın ki...Sol ve sağ bu iki görüş de futbolu etkisi altına alıyor.Holiganlık elbette her taraftar grubunda az yada çok vardır ama futbolun da radikalleştiği bu ortamda böylesi şeylerin mutlaka tartışılması gerektiğini düşündüm.
Avrupadan başlayalım.Bir kaç örnek vermek istersek en başta İtalya’dan Livorno gelir,Livorno çok küçük bir liman kentidir ama boyundan büyük çok gelişme yaşamıştır.Bir kere,İtalyan komünist partisinin burada kurulması kente özgürlük ve yenilik getirmiş bu gelişmeler haliyle futbola da yansımıştır. Livorno taraftarının aşırı duyarlılığı ve sol eğilimi herkesçe bilinmektedir.Dile getirdikleri endüstriyel futbola karşı olmak sözü sol görüşlü olan tüm taraftar gruplarının başlıca sloganı olmuştur.Karşıt bir örnek ise Lazio’dur.Lazio da aşırı faşizan taraftarlar mevcuttur.Etiketlemek yanlış olsa dahi maçlardan önce yaptıkları nazi işaretleri ile bundan önce çokça dikkat çekmişlerdir.Bu gibi örnekler hep gösterilir.Livorno-Lazio,Celtic-Rangers karşılaşmaları tadına doyum olmaz bir seyir zevki yaşatmaları açısından eşsiz konuma ulaşmışlardır.İskoçya’da protestanların takımı Rangers ve Katolik İrlandalıların takımı Celtic rekabet açısından çok uzun bir geçmişe sahip olup hala kıyasıya ve içlerinde gizledikleri kinle sahada ölümüne mücadele ederler.Her taraftar grubu sıra dışılığın engin sularında inanılması güç tribün şovları yapar ve böylece karşı takımdan ne kadar güçlü olduklarını göstermeye çalışırlar buna bir nevi gövde gösterisi de diyebiliriz.Bu karşı takımın kendi sahasında yapacağı gösteriye kadar hep böyle sürer gider.Bu her spor için geçerli bir durumdur belki ama dünyadaki en popüler spor olan futbolda bu durum daha başka boyutlar alır.Doğu'daki olaylar belki çok fazla gözünüze batmaz ama Asya ve Afrika’da da bu durumu yakından takip ederseniz ne kadar önemli olduğunu mutlaka göreceksinizdir.Doğu'da belki kulüpler arası bu kadar ayrım yoktur ama siyaset hiçbir zaman bitmez.Bir İsrail-Filistin maçında olacakları düşünemiyorum.Ya da İran-Amerika maçlarında…Sahada öyle bir prestij mücadelesi vardır ki kazanamazsanız birileri tarafından ipe gönderilebilirsiniz.Yani yaşamınız bir 90 dakikada belirlenebilir.Tüm dünya bu durumu konuşabilir ve bir doğu takımı olarak biz yenilmedik hala buradayız mesajı verebilirsiniz.

Peki ülkemize dönersek bizim ülkemizde siyasi futbol kültürünün ne kadar geliştiğini bilmek pekala imkansız olabilir.Bu kulvarda kendini en fazla gösteren özellikle 4 büyükler arasında Beşiktaş'ın çarşı grubudur.Bunun dışında sağlam bir örnek göze çarpmayabilir.Özellikle 4 büyük takımdan 3'ünde bunu pek göremeyebilirsiniz.Bu 3 büyük takımında taraftar grupları çok heterojendir hatta bu öyle bir heterojenliktir ki bir süre sonra tüm farklılıkları “Galatasaraylılık” veya “Fenerbahçelilik” gibi tek bir kavramla homojenleştirir.

Anadoluda ise karşımıza ADANADEMİR SPOR'un şimşekler grubu çıkıyor...AdanaDemir spor çok fazla bilinen bir kulüp değildir.Özellikle Anadolu takımlarını sayarsanız Karşıyaka,Bursa veya Eskişehir taraftarları ilk akla gelenlerdir ama hayır…Onlar kadar meşhur olmasa da asilikte üstlerine kimseyi tanımayan şimşekler grubu var.28 Aralık 1940 da kurulan AdanaDemirSpor'un Türkiye liginde pek başarısı olmasa da resmi lig kurulmadan önce bazı başarıları göze çarpıyor.Fatih Terim gibi ünlü isimleri de türk futboluna katması ayrı bir başarı,(büyük şair Ahmet Erhan’da AdanaDemirSpor’da top oynamış fakat yaşadığı sakatlıklar sonrası erken emekliye ayrılmak zorunda kalmış.).“Şimşekler” grubuna dönersek,20-25 yıllık bir geçmişi olan bu grup kendilerindeki SEVGİ-SAYGI VE BAĞLILIK üçlüsünü en iyi uygulayan kulüplerden.Her halukarda takımları için canlarını verebilecek olan şimşekler grubu bu süre içinde kendilerine bir yol da çizmişler,kendini çoğunlukla sol görüşe adamış olan şimşekler grubu aslında kimseye kapalı değil…Saygı-sevgi ve bağlılık onlarda her şeyden önce geliyor.Bu taraftar grubu takımının maçlarda aldığı kötü skorlarda dahi takımlarından desteklerini asla çekmiyorlar.Tabi ki başarıya hasretler.İçlerinde bazı sorunlar yaşasalar da(Aytaç Durak olayı)yinede takımlarını yıpratmamak için ellerinden geleni yapıyorlar.Siyasi yanlarına gelirsek her zaman halkın takımı olduklarını ve ezilenden yana olduklarını mutlaka dile getiriyorlar yani dünya görüşlerini dile getirmekten asla çekinmiyorlar.Mavi-lacivert renklere gönül vermiş bu taraftar grubunu tebrik etmemek elde değil.Tabii ki haklı bir şekilde yaptıkları fedakarlıklarının az da olsa karşılıksız kalmasını istemiyorlar.


Küresel kriz döneminde dünyada daha da kuvvetli esmeye başlayan sol rüzgar bakalım futbolda nerelere gelecek.Bildiğiniz gibi artık her zenginin nerdeyse her milletvekilinin bir takımı var…AdanaDemirSpor’un inandığı bir şey daha var kendisini ele geçirmeye çalışan bazı zengin ellere karşı(Aytaç Durak vb.)savundukları "TAM BAĞIMSIZ ADANADEMİR SPOR" sloganı umarım bu sözler Eskişehir,Antalya gibi siyasetçi kıskacındaki şehir takımlarımıza da şiar olur.Baykal’a Antalyaspor’a hiç yardım etmediği için oy vermeyenler tanıyorum(sanki öyle bir zorunluluğu varmış gibi.).Başkasının başarılı bir takımını desteklemektense kendi başarısız(göreceli!) takımlarını destekleyen AdanaDemirlilere…

Livorno'da Sol Açık


Livorno: Sol Açık
“Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor: Komünizm hayaleti” demiş Marx abimiz Komünist Manifesto’da. Daha 1840’ların sonunda herkese haber etmiş komünizmin yayılışını. Gerçi komünizm Avrupa’da pek tutunamamış ama farklı coğrafyalarda sesini duyurmayı başarmış. Avrupa’da faşist rejimler, Amerika’da yöneticilerin emperyalizm tutkunluğu, ülkemizde ise sıkıyönetim, hayaletimizin zaferlerini engellemeyi başarmış. Yıllarca ülke ülke, şehir şehir gezen hayaletimiz çoğu durağından boynu bükük ayrılsa da Küba gibi Kuzey Kore gibi ülkelerde zafere ulaşmış ama yetinmemiş ve neredeyse iki yüzyıl önce başladığı yolculuğunda yeni zaferler için çalışmaya devam etmiş. Eee, ne de olsa o bir hayaletmiş ve hepimizin bildiği üzere hayaletler asla ölmezmiş.

Kızıl kalenin doğuşu

1921 yılı İtalya’da komünizm adına önemli bir yıldı. Küçük bir liman şehri ülkede komünist hareketin meşrulaştırılmasına tanıklık edecekti. Livorno adındaki bu küçük yerleşim yeri 1921 yılında İtalya Komünist Partisi’nin kuruluşuna ev sahipliği yaptı. Peki hayaletimiz neden çok daha fazla kişiye ulaşabileceği Milano veya Floransa gibi büyük şehirleri değil de küçük bir liman şehrini kendisine merkez olarak seçmişti? Cevabı tarihin derinliklerinde bulabilmek mümkün: 1587’de feodalite ile yönetilen Pisa şehrinin bir kasabası olan Livorno “Toscana Grandükü” tarafından hazırlanan “Livorno anayasası” ile “açık şehir” ilan edildi. Bu tarihten itibaren isteyen herkes hiçbir şart gözetilmeksizin Livorno’ya gelebiliyor, ticaret yapabiliyor ve yaşamına orada devam edebiliyordu. “Açık şehir” olarak ünlenen kasaba dünyanın dört bir yanından insanların akınına uğramaya başladı. Dini, milliyeti, ırkı farklı binlerce insan Livorno’da halkların nasıl kardeşçe yaşayacağının dersini veriyordu. Bu uygulamayla birlikte Akdeniz’in önemli ticaret merkezlerinden birisi haline gelen şehir, kozmopolit ve özgürlükçü yapısını günümüze kadar kaybetmemeyi başardı. Milliyetçi ve faşist hareketlerin böylesine düşmanı olan bir şehir tabii ki Komünist Parti’yi kurmak için biçilmiş kaftandı. 1921 yılından itibaren düşünsel olarak gittikçe güçlenen Livorno şehri İtalya’nın kızıl kalesi oldu ve solun merkezi olmayı günümüze kadar sürdürmeyi başardı.
Kop ve Kurva

Livorno denildiğinde akla ilk gelen ise tabii ki endüstriyel futbola karşı muhalif duruşuyla tanıdığımız AS Livorno takımı. 1949 yılında İtalya 1. liginden alt lige düştükten sonra 55 yıl boyunca geri dönmek için uğraş veren ve içinde bulunduğu imkansızlıklara rağmen 2004-2005 sezonunda tekrar 1. lige yükselmeyi başaran takımın saha içinde elle tutulur başarısı olmasa da; havadaki sol yumruklarıyla, kızıl formalarıyla ve orak-çekiçli bayraklarıyla tanıdığımız taraftarları hepimizin gönüllerinde farklı bir yere sahip. 1921’de, İtalya Komünist Partisi ile aynı yıl kurulan, sol görüşlü taraftarları sayesinde bütün dünyada tanınan ve farklı ülkelerde sempatizanları bulunan bir takım halini alan Livorno’nun “otonomlar tugayı” adıyla bilinen taraftar grubu herkes tarafından tanınıyor. Takımlarını Liverpool ile birlikte proleter ruhu taşıyan iki takımdan birisi olarak gören bu emekçi taraftarların mabedi ise Liverpool’un dünyaca ünlü Kop tribününün Livorno versiyonu olan kale arkası tribünü yani “Kurva”. Komünist Parti’ye olan bağlılıklarını göstermek için lokallerinin adını 1921 olarak belirleyen Kurva sakinleri(!) geçmişte birçok protesto gösterisine imza atmışlar. 2004 yılında takımlarının yıllar sonra Serie A’ya çıkışını kutlarken şehrin girişine “Silvio (Berlusconi) geliyoruz!” pankartı asarken, neo-faşist partinin şehirdeki temsilciliğini ziyaret(!) etmeyi de unutmadılar. Yine aynı yıl Irak işgali sırasında Nasıriye’de ölen 17 İtalyan askeri için bütün stadyumlarda saygı duruşu yapılırken Livorno’nun Armando Picchi stadyumundan Nasıriye tezahüratları yükseliyordu. Bu yıl ise bekledikleri fırsat ayaklarına kadar geldi, UEFA kupası gruplarında İsrail temsilcisi Maccabi Haifa ile eşleşen Livorno taraftarı kendi sahasındaki maça çok iyi hazırlanmıştı. Bütün dünyanın izlediği karşılaşmayı Livorno kazanamadı ama Filistin bayraklarıyla donattıkları stadyumları ile taraftarlar hepimizin gönlünü bir kez daha kazanmayı başardı.

Endüstriyel futbola hayır!!! Livorno şehrinden bahsettik, şehrin takımından bahsettik; takımın yaşayan efsanesini es geçersek büyük haksızlık yapmış oluruz böylesine adalet yanlısı bir insana: Cristiano Lucarelli, Livornolu bir liman işçisinin çocuğu ve doğduğundan beri fanatik bir Livorno taraftarı. Çocukluğunu Armando Picchi tribünlerinde geçiren 30 yaşındaki golcü üç farklı takımda oynadıktan sonra 2003 yılında Liovorno’ya geldi, hem de eski takımı Torino’nun yüz bin Euro daha fazla olan teklifini reddederek. Takıma katıldığında “otonomlar tugayı”na olan büyük saygısı nedeniyle grubun kuruluş yılı 1999 yılının 99’unu kendisine numara olarak seçen Lucarelli’nin Livorno sevgisi ise dillere destan oldu. Geçen yıl Rusya’nın Zenit takımının yıllık 3 milyon Euroluk teklifini dikkate bile almayan, Torino’da oynadığı dönemde sakat olduğu bir hafta takım arkadaşlarının yanında olmak yerine Livorno maçı seyretmeye giden futbolcu; menajeri tarafından adına yazılan “Milyonunuz Sizde Kalsın” kitabında Livorno’ya verdiği önemi şu cümlelerle anlatıyor: “Livorno herhangi bir takım değildir, İtalya futbolunu kurtaracak güçlerden biridir.”


“Ben doğuştan komünistim” açıklamasıyla duruşunu belli eden ve ümit milli takımda attığı golden sonra içine giydiği Che tişörtünü göstermesiyle milli takımdan dışlanan golcü, İtalya teknik direktörü Lippi’nin onu milli takıma alabileceğini açıklamasından sonraysa “Benim milli takımım Livorno” demecini verdi ve onu sevenlerin gözünde bir kez daha efsaneleşti. Fakat bu sert demeçlerin bir bedeli vardı, futbola başladığı günden bu yana sert söylemleri ve muhalif tavrıyla sivrilen futbolcu kariyeri boyunca birçok kez cezaya çarptırıldı. Ancak ona en ağır gelen ceza, düşmanı karşısında haksızlığa uğramak oldu. Lucarelli, attığı golden sonra sol yumruğunu havaya kaldırdığı için, gollerden sonra yaptığı Nazi selamıyla ve Mussolini’yi öven demeçleriyle “faşist golcü” olarak adlandırılmaya başlanan Lazio’lu Di Canio’nun Nazi selamından dolayı aldığının üç misli cezaya çarptırıldı.Bu ceza ise onu iyice sertleştirdi ve geçen sezonun sonunda yaptığı açıklama İtalya’da gündemi değiştirdi. Lucarelli’ye göre İtalya’da sol görüşten taraftarı olan takımlara karşı komplo kuruluyordu, tribünlerinde Che pankartı açılan 4 takımın da (Ancona, Empoli, Modena ve Perugia) küme düşmesi ve verilen cezalardaki adaletsizlik bunun kanıtıydı. Lucarelli’nin açılamalarından sonra İtalya’da şike skandalının patlak vermesi ve sol görüşlü olarak bilinen (Atalanta, Empoli, Livorno…) hiçbir takımın şike suçlamalarına karışmamış olması ise sıradan bir rastlantı olamaz sanırım!

Evet, Avrupa futbolunda bir hayalet dolaşıyor: Livorno’nun ve onun gibilerin hayaleti. Fakat hayaletimiz yine büyük engelleri aşmak zorunda. Futbol federasyonlarının, FIFA’nın, hayaletimizden pek hoşlanmadıkları aşikar. Yine de unutmamak lazım: hayaletler ölümsüzdür. Lucarelli ve onun gibiler olduğu sürece haykırmak çok da zor olmasa gerek: Endüstriyel futbola hayır!



Son söz tabi ki Lucarelli’nin;

“Bazı topçular lüks arabalar, evler için milyonlar ödeyebilir. Ben aynı parayla dün gidip kendime Livorno forması aldım, hepsi bu.”